Ana səhifə

Evveli HÛ, ÂHİRİ HÛ, ZÂHİRİ HÛ, BÂtini hû HÛ ya abdülkadiR-İ geylâNİ


Yüklə 0.53 Mb.
səhifə5/6
tarix26.06.2016
ölçüsü0.53 Mb.
1   2   3   4   5   6
Kıtmir

Allah dostları, nefslerini erittiler. Öyle ki, mânen öldüler, yokluğa erdiler. Kader denilen ölü yıkayıcısı da onları bir sağ yanlarına, bir sol yanlarına döndürüyor. Ashab-ı Kehf’in Kıtmir’i misali, köpekleri de iki ön ayaklarını ileri doğru uzatmış, yatıyor. Nefsin kalıntıları, kader eşiğinin altına serilmiş, yatıyor. Yani onların nefslerinin kalıntıları, kader karşısında hareketsiz duruyor.

 

İlim



İlim, amel içindir. Yoksa sırf ezberlemek ve insanlara anlatmak için değildir.

Önce öğren ve öğrendiğinle amel et. Sonra da başkasına öğret. Önce öğrenir, sonra da öğretirsen, sendeki ilim konuşur. Sen sussan ve konuşmasan bile, ilim, amel diliyle konuşur. Yani ilminle işlediğin amel, ilmin amel olarak konuşması demektir.

Sen, önce zahir ilmini öğren, sonra da zahir ilminden bâtın ilmine atla. Sen, önce şu zahir ilmi ile amel et, zahir ilmini tatbik et. Ta ki onunla yaptığın amel, seni yapmadığın şeyin ilmine götürsün.

Sen zahir ilmi ile amel et ki, o, seni bâtın ilmine ve bâtın ameline götürsün. Şu zahir ilmi, zahirin ışığıdır. Bâtın ilmi de bâtının ışığıdır. Bâtın ilmi, Rabbinle senin aranda bir ışıktır. Her ne zamanki ilminle amel edersen, yolun Allah’a yaklaşır.

Peygamber Efendimiz şöyle buyururlar:

- Âlimler, peygamberlerin vârisleridir.

Âlimler, peygamberlerin ilimleri ile amel edince, onların halifeleri, vârisleri ve naibleri, vekilleri olurlar.

İlim kışırdır, kabuktur. Amel ise özdür, usaredir. Kabuk, özün muhafazası için korunur. Öz, tohum ise, kendisinden yağ çıkarmak için korunur. Kabuğun içinde öz bulunmayınca, o ne yapılır ki? Özün yağı bulunmadıktan sonra, o neye yarar ki? İlim gitmiş, ziyan olmuştur. Çünkü ilimle amel edilmeyince, yani amel gidince, hiç şüphe yok ki ilim de gider. Bunun için Peygamber Efendimiz, şöyle buyurmuşlardır:

- İlim, kendisiyle amel edilmesi için çağrıda bulunur. Eğer kendisiyle amel edilirse, ne âlâ. Aksi halde, ilim geçer, gider.

 

Amel



Benim söylediklerimle amel etmeyen, onları anlayamaz. Ancak amel ederse anlar.

Çalış. İleri atıl. Ara. Zira hiçbir şey, sana kendiliğinden gelmez. Nasıl ki, rızık elde etme hususunda külfete katlanıyorsan, aynen bunun gibi, salih ameller işlemek için de külfete katlanman gerekir.

Senin amellerinin suret ve şekli değil, bilakis mânâsı makbul ve muteberdir. Amellerde esas olan şekil ve suret değil, tersine mânâ ve ruhtur.

Akıllı kişiler olunuz. Akıllı kişiler gibi hareket ediniz. Siz, amellerinizle Allah’a karşı âdeta övünüyorsunuz. Halbuki Allah’ın nazarında sizin o amellerinizin bir sinek kanadı kadar değeri yoktur. Meğer ki gerek halvet, yalnızlık anlarınızda ve gerekse bütün diğer hallerinizde Allah’a karşı hep ihlasla, içtenlikle hareket etmiş olasınız.

Hiç tükenmeyen hazine sıdktır, doğruluktur, ihlastır, İzzet ve Celâl sahibi Allah’tan korkmaktır, yalnız ve ancak O’ndan ummak ve her ahvalde O’na dönüp, O’na teslim olmaktır.

Unutma ki, ilim ve bir de bilmediğin hususlarda teslimiyet, İslam’ın ta kendisidir.

İnsanlarla, hem ilme, hem amele, hem de ihlasa sahip bir dille konuş. Amelsiz, sadece ilme sahip bir dille konuşma. Zira böyle bir dil ne sana fayda verir, ne de yanındakilere.

Amelsiz ilmin bereketi gider. Kendisi ise senin aleyhinde delil olarak ortada kalır. İlmine meftun bir âlim olursun. İlmin ağacı senin yanında kalır, meyvası ise yok olur gider. Çünkü onun meyvası ameldir. İlminle amil olmayınca, meyva yok demektir.

Allah’tan, kendi huzurunda senin için bir hal ve makamı nasip etmesini iste. Eğer sana bu makamı nasip ederse, bu sefer de onu gizlemeyi iste. Zira Allah ile arandaki bir şeyi açığa vurmaktan hoşlanman, senin mahvolmana sebep olur.

Neticesinden emin olmadıkça ve Allah’tan kalbine kesin bir işaret gelmedikçe konuşma, bir cümle bile sarfetme. Düşün bir kere: Eğer evinde yiyecek bir şeyler hazırlamamışsan, bir kısım insanları orada yemeğe nasıl davet edebilirsin? Nasıl ki bir bina inşa edileceği zaman önce temele ihtiyaç varsa ve bina ancak temelin üzerinde yükselebiliyorsa, tıpkı bunun gibi, Allah dostları kervanına katılabilmek için de önce bir temele ihtiyaç vardır.

Önce kalp arazini kaz. Ta, ondan hikmet suyu fışkırıncaya kadar. Sonra ihlas, mücahede ve salih amellerle binayı yap. Ta, köşkün yükselinceye kadar. İşte bundan sonra da insanları oraya çağır, davet et.

Allahım; bizim amellerimizin ruhsuz cesetlerini Senin ihlasının ruhu ile ihya et, dirilt.

Halk senin kalbinin içinde olduktan sonra, onlardan ayrı kalmak ve halvete çekilmek sana ne fayda verir ki?

Uzuvların ilacı, onların günah işlemesine engel olmaktır. Uzuvlarının günah işlemesine meydan bırakmayan kişi, onların devasını vermiş demektir. Mesela sen, elini haramdan, başkalarının hakkına uzanmaktan, başkalarına zulüm ve haksızlık etmekten alıkoyarsan, işte o zaman onun devasını vermiş olursun.

 

Fakirlere Sadaka



Bir şey istemek üzere sana başvuran fakirleri önce araştır. İhtiyacı olmadığı halde fakirlik gösterişi yapan yalancı, düzenbaz, münafık birisinin hile ile senden bir şey almasına fırsat vermemeye çalış. İhtiyaç içinde olmadığı halde, ağlayıp sızlanarak yardım dilenen böyleleri, sonra gerçek fakirlere yapılacak yardımlara da engel olurlar. Fakirlik gösterişi yapan bu tip insanlardan birisi senden bir şey istediği zaman, önce bir an dur. Kalbine danış. Belki de o, ihtiyacı olmayan, zengin birisidir. Zihnini şöyle bir topla. Kalbine danış. Fetvacılar fetva vermiş bulunsa bile, sen gene de kalbine danış.

 

Paylaşmak



Şu senin elindekiler, senin değildir. Tersine, müşterektir, ortaktır. Komşuların senin ortaklarındır. Onlara ikramlarda bulunmalı, elindeki imkânlardan onları da yararlandırmalısın.

Allah’ın size verdiği rızıklardan, O’na vekaleten siz de muhtaçlara verin. Yedirin, içirin. Allah size birçok nimetler veriyor. Sizin bu nimetler karşısında nasıl hareket edeceğinizi ve ne gibi ameller yapacağınızı, bizzat sizlere göstermek istiyor.

 

Çalışmak



Sana hiçbir şey kendiliğinden gelmez. Senin mutlaka çalışman, çaba ve gayret göstermen gerekir.

Takdir-i ilâhi budur deyip oturmak ve iman ve ibadet yolunda çalışmamak caiz değildir. Bilakis; çalışmak, hamle yapmak ve takdirdekini elde edebilmek için uğraşmak, didinmek ve gayret sarfetmek gerekir. Belki de Allah, hiçbir uğraşmaya ve didinmeye lüzum kalmadan o imanı bize bahşedecektir. Ancak, ne olursa olsun, imanı ve bilgiye dayanan sarsılmaz inancı elde edebilmek için, bizim mutlak surette çalışmamız gereklidir.

Hiç şüphe yok ki, çalışmadan eline bir şey geçmez.

Helâl rızkını elde etmek için çalışmadın, didinmedin, gayret göstermedin. Allah yolunda mücahede et. Miskin miskin oturma. Çalışmadan, yorulmadan ve emek sarfetmeden hazıra konmayı düşünme.

Sen işe başla. Çalışmaya koyul. Senden başkası gelir, meşgaleni tamamlar.

 

Allah Korkusu ve Sevgisi



Cennet ve cehennemi yaratmamış olsa bile, İzzet ve Celâl sahibi Allah, korkulmaya ve ümit beslenmeye lâyıktır. Sırf zatını ve rızasını taleb ederek O’na itaat ediniz. Üzerinizde ne O’nun lütuf ve ihsanının düşüncesi bulunsun, ne de azabının endişesi. O’na kulluk; emirlerine boyun eğmek, yasaklarından kaçınmak ve takdirlerine karşı sabırlı olmakla mümkündür. O’na dönünüz. Bir daha işlememek üzere günahlarınıza tövbe ediniz. O’nun huzurunda ağlayınız. Hem gözlerinizin yaşları, hem de kalp gözlerinizin yaşları ile O’nun için tevazu gösteriniz. O’nun huzurunda kendinizi hakir görünüz. Ağlamak, bir ibadettir. Ağlamak, tevazuda mübalağa demektir.

Sana dünyada da, ahirette de O’nun muhabbeti gerek. O’nun sevgisi gerek. O’nun muhabbetini kendin için en mühim şey addet. Muhabbet, yani Allah sevgisi, sana behemehal lâzım. Sana faydası dokunacak yegane şey odur. Her insan, seni gene kendisi için, kendi menfaati için arar, ister. İzzet ve Celâl sahibi Hak ise seni bizzat senin için murad eder, senin için taleb eder.

Kimin ki umudu korkusuna galip ise, o zındık olur. Kimin de korkusu umuduna galip ise, o da Allah’ın rahmetinden ümit kesmiş duruma (kâfirliğe) düşer. Yani mümin, aynı derecede hem Allah’tan korkmalı, hem de onun rahmetine umut bağlamalıdır. Peygamber Efendimiz şöyle buyururlar: “Eğer müminin Allah korkusu ile, O’nun rahmetine olan ümidi tartılsa, ikisi birbirine denk gelir.”

Hakk’a talip olan kimse, O’nun cennetini istemez. Cehenneminden korkmaz. Bilakis, sadece O’nun cemâlini ister, O’na kavuşmayı diler. O’ndan, sadece yakınlığını bekler. O’ndan uzak kalmaktan ise korkar, endişe eder.

Kul, dünyanın, ahiretin ve Allah’tan başka bütün varlıkların sevgisini silip attığı ve kalbi, Allah’ın lütuf, minnet ve yakınlık evinde karar kıldığı zaman, Allah onu her çeşit rızık kazanç ve endişesinden muaf kılar. Kalbini böyle şeylerle meşgul olmaktan kurtarır. Allah onu kendisinden başka hiçbir kimseye muhtaç etmez.

 

Hakk’ı Görmek



Kim Allah’ı seven birisini görürse, o, kalbi ile Allah’ı gören ve özü ile de O’nun huzurunda olan kişiyi görmüş demektir. Peygamber Efendimiz, şöyle buyururlar:

- Siz Rabbinizi, tıpkı güneşi ve ay’ı gördüğünüz gibi göreceksiniz. Öyle ki, O’nu görmede hiçbir noksanlığınız olmayacak. O’nu net ve açık şekilde göreceksiniz.

Şanı yüce olan Allah, bu dünyada kalp gözü ile görülür. Yarın ahirette ise, kafa gözü ile görülür. O’nun benzeri bir şey yoktur.

Bir defasında, salihlerden birine soruldu:

- Rabbini görebiliyor musun?

Salih kişi, buna cevaben dedi ki:

- O’nu görmesem, yerimde duramam.

Soranlar dediler:

- Nasıl görüyorsun?

Salih cevap erdi:

- O’nun varlığı gözlerimi kaplar. Böylece gözlerim, Rabbimi görür. Tıpkı cennette kullara kendisini göstereceği gibi, burada da gösterir. Kişinin kalbi, Rabbinin sıfatlarını görür. İhsanını görür. İyiliğini görür, rahmetini görür, bereketini görür.

Peygamber Efendimiz, yedinci kat göklere yükseltildi. Rabbi onunla konuştu. O da Rabbini hem kafa gözüyle, hem de kalp gözüyle gördü.

İşte kalbi, mânevi ve ahlâki sağlığa kavuşan herkes, böyledir. Bu mertebeye gelmiş herkesin kalbi, Rabbini görebilir. Böyle hallerde, onunla gökler arasındaki perdeler kalkar. Özler ve gayretler, geceleyin yolculuk eder. İlâhi sırları seyreder.

 

Arif



Allah’ı tanıyan kişiye en zor gelen şey, insanlarla konuşmak, onlarla birlikte bulunmaktır. İşte bunun içindir ki, bin arif arasından ancak birisi, insanlar içinde konuşabilir. Ne var ki bu bir kişi de, peygamberlerin sahip oldukları güç ve kuvvete muhtaçtır. Nasıl muhtaç olmasın ki? O, her sınıf insanla karşılaşmak ve bir arada olmak durumundadır. O, aklı erenle de, ermeyenle de; düşünebilenle de, düşünmeyenle de hemhal olur. Kâh bir münafıkla, kâh bir müminle bir arada oturur. Arif, büyük zahmet ve meşakkatlerle karşı karşıyadır. Hoşlanmadığı çirkin şeylere de sabreder, tahammül gösterir. Bununla beraber o, içinde bulunduğu sıkıntı, meşakkat ve tehlikeler karşısında mânevi koruma altına alınır. Çünkü o, hakkı söylemekle vazifeli kılınmıştır.

Arif kişi, ahirete hitaben şöyle der: “Ey ahiret tasası, benden uzak ol. Çünkü ben, Hakk’ın kapısına talibim. Benim nazarımda senin de, dünyanın da birbirinizden farkınız yok. Dünya beni senden alıkoyuyor, sen de Rabbimden alıkoyuyorsun. Beni Rabbimden alıkoyan hiçbir şeyde, bence hayır yoktur.”

Arifin ahirete hitaben söylediği bu sözlere iyi kulak veriniz. Zira bu sözler, Allah’ı bilmenin özüdür. Allah’ın, mahlûkattaki iradesinin özüdür. Bu, aynı zamanda peygamberlerin, resullerin, evliyanın ve salihlerin de halidir.

İnsanların herbiri bir şeyle meşguldür. Kimisi mevkiinin ve parasının kuludur. Kimisi devlet ileri gelenlerinin kuludur. Kimisi nefsinin, giyim kuşamının kuludur.

Gene insanların herbiri, bir şeyle meşguldür ve bir şeyine güvenmektedir. Kimisi oruç tutmaktadır ve orucuna güvenmektedir. Kimisi çok namaz kılmakla meşguldür ve namazına güvenmektedir, vs.

Bütün bunlardan başka öyle kişiler de vardır ki, kalbi Allah için çarpar. Allah ile beraberdir. Allah’a bağlıdır. Fanilere asla bağlanmaz. Allah’ın dininin ayakta durması için çalışır.

Dünya hayatı, bir bakıma müminin zindanıdır. Mümin olarak kaldıkça, dünya onun zindanıdır. Fakat takva hali devam ettikçe, Allah onu oradan çıkarır. Zindanından, darlıktan çıkarır, ferahlığa kavuşturur.

Müminin beden yumurtasının kabuğu çatlar. Başka bir şekle inkılab eder, dönüşür. Bu suretle o, hikmet tanelerini toplar. Allah onun göğsüne, kendisine yakınlık kanatlarını takar. Artık o, yemek tabaklarının sahibidir. Sofranın sahibidir.

Sen uykudasın. Resulullah Efendimiz şöyle buyururlar:

- İnsanlar uykudadır. Ölünce uyanırlar.

Ancak ölümden sonra uyanabilen kişinin hali, ne kötüdür!

 

Mürşid



Kimin ki, Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’e bağlılığı gerçekten sabit olursa, Allah Resulü ona bir zırh giydirir, başına bir miğfer çeker, kendi kılıcını kuşatır. Kendi edep ve terbiyesinden, kendi şemailinden, kendi ahlâkından ona bir şeyler tahsis eder. Kendi elbiselerinden bazılarını ona bizzat giydirir. Daha sonra da, ümmeti içinde onu kendisine vekil, rehber ve ümmetini Allah yoluna davetçi yapar. Böylece o da, Allah Resulüne vekaleten, Muhammed ümmetinin içinde, Allah’a götüren kılavuz ve davetçi olur.

Kalbini bir mescit yap. Orada, Allah’tan başka hiçbir şeye yer verme. Nitekim Allah, şöyle buyurur:

- Hakikatte mescitler, Allah’ındır. Onun için, Allah ile birlikte hiçbir şeye tapmayın, (Cin, 72:18).

Kalbini bir mescit yaptığı ve orada Allah’tan başka hiçbir şeye yer vermediği zaman, bir kulun derecesi yükselir. İslam’dan imana, imandan sarsılmaz bilgi ve inanca, oradan marifete, marifetten ilme, ilimden muhabbete, muhabbetten mahbubiyete yükselir. Daha sonra ise, talep eden ve arayan durumundan, talep olunan ve aranan durumuna yükselir. Kalp aynası saflaşmış, temizlenmiştir. Peygamberinin daimi uyanıklık haline vâris olmuştur. Zira Allah Resulünün gözleri uyurdu, fakat kalbi asla uyumazdı. Önünü gördüğü gibi, arkasını da görürdü.

Her insanın uyanıklığı kendi halincedir. Hiçbir kimse, Resulullah Efendimizin uyanıklığı seviyesine erişemez. Gene hiçbir kimse, Allah Resulünün hususiyetlerine denk hususiyet sahibi olmaya muktedir olamaz. Şu var ki, onun ümmetinin abdalları ile velileri, ondan kalan yiyeceklerle içeceklerin üzerine gelirler.

Mürid’e behemehal bir kılavuz, bir rehber lâzımdır. Zira o öyle bir çöldedir ki, orada akrepler, yılanlar, âfetler vardır. Susuzluk vardır. Yırtıcı, vahşi hayvanlar vardır. İşte kılavuz, onu bu âfetlerden korur. Su bulunan yerleri gösterir. Meyvalı ağaçların bulunduğu bölgelere götürür. Halbuki tek başına, kılavuzsuz olduğu takdirde, yırtıcı hayvanların, akreplerin, yılanların, âfetlerin bulunduğu bölgelere düşer. Perişan olur, mahvolur.

Allah yolunda bir rehber bulduğun an, ona hemen yapış. Hiç şüphe yok ki, mânâ onun dışında değildir, içindedir. Onun çevrendeki bütün diğer insanlardan daha faziletli ve üstün bil. Her yönüyle mürşidine bağlı ol.

Ey gerçeklerden kaçan kişi! Bana yılda bir defa, ayda bir defa yahut haftada bir defa uğramazsın. Gel. Haftada, yahut ayda, yahut yılda bir defa olsun bana uğra. Hem de bomboş olarak. Sakın bir şey istediğimi sanma. Bir şey getirme. Gel. Benim meclisimden alacağını, karşılıksız olarak al. Bugün benden aldığın bir şey, yarın milyon olur.

Ben senin yükünü yükleniyorum. Sen sanıyorsun ki, buna karşılık ben de yükümü sana yükleyeceğim. Hayır, öyle değil. Sana hiçbir şey yüklemeyeceğim. Aziz ve Celil olan Allah bana yeter.

Benden bir kelime öğrenmek için, bin senelik mesafede olsan bile gelmelisin. Kaldı ki, aramızda sadece birkaç adımlık bir uzaklık var.

 

Abdülkadir Geylani Hazretleri



Fethü’r Rabbani’den

 

 



ABDÜLKADİR GEYLANİ HAZRETLERİNİN HAK YOLCULARINA VASİYETİ

 

Ey Hak ve Hakikat yolcusu!



Allah’a itaat ve takva üzere bulunman, şeriatın zahirine dikkat etmen, göğsünü selâmette tutman; gönül açıklığı içinde cömertliğe ve mütebessim bir çehreye sahip olman, karşılıksız vermen, eza ve cefayı terketmen, eziyet ve fakirliğe katlanman sana vasiyetimdir.

Büyük Zatlara saygılı ol, din kardeşlerinle iyi geçin, küçüklere ve büyüklere karşı son derece hayırhah davran. Başkasıyla çekişme, kimseye hasım olma. Şefkat ve merhameti şiar edin. Fakirleri kendi nefsine tercih et. Meşru bir yoldan değilse, servet toplamaktan kaçın. Kendini Hak ve Hakikata verenlerin mertebe ve tabakasından olmayan düşük kimselerle sohbeti terk et. Dinî ve dünyevi hususlarda müslümanlara yardımcı olmaya çalış.

Zenginlerle arkadaşlık ederken izzet-i nefsini korumanı, fakirlerle sohbet ederken alçak gönüllü ve ihlas üzere bulunmanı tavsiye ederim. Böyle yapman ve bu yolda yürümen Yaratan’ın azamet ve kudretini temaşa etmeni ve temaşanın devamını sağlar.

Sebepler zincirinde Allah-u Teala’yı zan altında tutma. Bütün hallerinde Allah’a dayanıp sükûnet bul. Din kardeşlerinin haklarını aranızdaki sevgiye dayanarak zayi etme. Miskin ve düşkünlerin sohbetine tevazu içinde devam et. Sakın, ama sakın; edebi, güzel ahlâkı ve cömertliği elden bırakma. Nefsini öldür ki yaşayasın.

İnsanların Allah’a en yakını, ahlâken en güzel olanıdır.

Amellerin en üstünü, Allah’tan başkasına iltifat etmemenin sırrına riayet etmektir.

Hakkı tavsiye ile sabırlı olmaya azmet. Dünyalıktan sana iki şey yeter: Fakirle sohbet, veliye hizmet.

Gerçek fakir, Allah’tan başka hiçbir şey ile zenginliği kabul etmeyen kimsedir.

Kendinden aşağı olanlara karşı saldırgan davranman zayıflığın, kendinden yukarı olanlara karşı mütecaviz davranman kibir ve gururun, emsaline karşı böyle davranman ise kötü ahlâkın tâ kendisidir.

Fakirlik ve tasavvuf, ikisi de ciddi şeylerdir. Onları alaylı şeylere karıştırma.

Allah bizi de, sizi de ve bütün müslümanları da hayra, iyiliğe ve doğruya muvaffak kılsın. Âmin!…

Her halükarda Allah’ı an, çünkü zikir her şeyi toplayıcıdır. Allah’ın manevi ipine sımsıkı yapış. Zira bu ip, zararları ve tehlikeleri kaldırıcıdır. Kazânın gelişine iyice hazırlan, çünkü o vâki olacaktır.

Bilmiş ol ki; söz ve davranışlarından sorumlusun. İçinde bulunduğun zamanda daha uygun olan ne ise onunla meşgul ol. Şimdiki işini geleceğe bırakma. Zira gelecek zaman için başka meşguliyetlerin olacaktır.

Sakın, ama sakın âzânı (organlarını) lüzumsuz şeylerde kullanma… Her âzân için hayırlı olan işi seç…

Allah’a, Resulullah’a ve O’nlar namına hükmedenlere itaat et. O’nların hakkını öde ve gerekli şeylerde sabırlı ol; hemen hakkını istemeye kalkışma.

Duâyı hiçbir zaman ihmal etme. Müslümanlar hakkında hüsn-ü zan ve iyi niyet sahibi ol. Onlar arasında onlardan biri ol; onlar için hayırlı bildiğin hususlarda çalış. İçinde başkasına karşı bir şer ve kötülük olduğu halde yatağına uzanma. Sana zulmedene iyilikle, hidayetle duâ et. Allah’ı yegâne murâkıp olarak tanı.

Helal yemeğe bak. Bilmediğin şeyleri, Allah için ilim tahsil eden Zatlardan sor. Allah’a karşı daima haya üzere bulun. Sohbetin Allah ile olsun. Başkasıyla da Allah sohbetiyle sohbette bulun. Her sabah kendi mali gücüne göre sadaka ver. Akşamladığın zaman o gün ölen müslümanların hepsi için duâ ve istiğfarda bulun.

Akşam namazını kıldığında tefekküre dal ve ondan sonra ebvâbîn (hayır kapıları) namazı kıl. Sabah ve akşam yedi defa: “Allahümme ecirnâ minennâri” (Allah’ım, bizleri ateşinden koru) duâsını oku.

Ve yine sabah ve akşam üçer defa “Eûzü billahi’s Semî’il Alîmi mineş-şeytânir-racîm” diyerek Haşr Suresi’nin “Hûvallâhü-llezî…” diye başlayan son üç ayetini tilâvet et.

Allah yegâne muvaffak kılandır.

Velâ havle velâ kuvvete illâ billâhi’l Aliyyi’l Azîm.

 

 



ABDÜLKADİR GEYLÂNİ HAZRETLERİ'NİN SOHBETLERİNDEN

 

Resûlullah’a tabi olmak...



Dünya bir çarşıdır, bir pazar yeridir. Yakında kapanır, dağılır. Size yalnız fânileri gösterecek ve onlara bağlanmanıza sebep olacak kapıları kapatınız. Allah’ın kudretini görmenize ve yalnız O’nu sevmenize vesile olacak kapıları açınız.

Şahsınıza mahsus özün Allah’a yakınlığı ve kalblerin günah kirlerinden temizliği hallerinde sebepler ve iktisab kapılarını kapatınız. Bunu, başkalarına şâmil olan hususlarda yapmayınız. Meselâ âile efrâdınızın fertleri gibi. Kazancınız sizden başkası için olsun. Faydası sizden başkası için olsun. Elde etmesi sizden başkası için olsun. Siz onların beşeri ihtiyaçları için çalışınız, kazanınız. Fakat iktisab ve sebepler kapısını kendi şahsınıza kapalı tutunuz. Kendi şahsınıza mahsus olanı Allah’ın fazlından isteyiniz. Nefslerinizi dünyâ ile bir araya oturtunuz. Kalblerinizi ahiret ile bir araya oturtunuz. Sırlarınızı - özlerinizi de Mevlâ ile bir araya oturtunuz.

Allah dostları, Peygamberlerin bedelleridir. Peygamberlerden sonra onların yerine kaim olan kişilerdir. Öyleyse, onların size söylediklerini kabul ediniz. Emirlerini yerine getiriniz. Zira hiç şüphe yok ki O’nlar, size ancak Allah’ın ve Resulünün emirleri ile emrederler, nehiyleri ile nehyederler. O’nlar, Allah’ın konuşturmasıyla konuşurlar. Allah’tan verileni alırlar. Kendiliklerinden tek bir harekette bile bulunmazlar. Allah’ın dininde, hevai hareketleri ile O’na ortak olmazlar. Gerek sözlerinde ve gerekse fiil ve hareketlerinde, Resulullah’a (s.a.v.) tâbi olurlar. Çünkü Aziz ve Celîl olan Allah’ın bu husustaki kavline kulak vermişlerdir. Şanı Yüce olan Allah buyurur ki:

 

Peygamber size ne emrettiyse ona sarılın; size neyi yasak ettiyse ondan da sakının.” (Haşr Sûresi; Âyet 7)



Allah yolunun yolcuları, Resulullah’a (s.a.v.) tâbi oldular. Öyle ki, O da onları kendisini Peygamber olarak gönderene, yani Allah’a götürdü. Onlar Allah’ın Resulüne yaklaştılar; O da onları, Aziz ve Celîl olan Hakk’a yakınlaştırdı. Onlar için nezd-i İlâhi’den ünvanlar, hil’atler ve halk üzerinde emirlik salâhiyetleri çıkardı…

Ey münafıklar!

Siz, dinin rafa kaldırıldığını, emirlerinin de kendi haline terk edildiğini sandınız. Sizin ne kendinizde izzet-i nefs var, ne şeytanlarınızda, ne de kötü arkadaş ve yakınlarınızda…

Allah’ım! Benim de, onların da günahlarımızı bağışla. Onların münafıklık zilletinden ve şirk bağından halâs eyle, kurtar.

Aziz ve Celîl olan Allah’a ibadet ediniz. Helâl kazançlarınızla O’na kulluk etmek için yardımını isteyiniz. Zira hiç şüphe yok ki Aziz ve Celîl olan Allah, kendisine itaat eden ve helâl kazancından yiyen mümin kulunu sever. O, helâlinden yiyen ve güzel amel ve hareketlerde bulunan kulunu sever. Sadece yiyip içen ve amel etmeyeni ise sevmez. Kendi helâl kazancından yiyeni sever. İki yüzlülükle kazanıp yiyene ve halka yedirene ise gazaplanır. Kendisini birleyeni, yani muvahhidi sever. Kendisine şirk koşup ortak tanıyana ise gazaplanır. Kendisine teslim olanı sever. Teslim olmayıp daima kendisiyle çekişip durana ise gazaplanır…

Muhabbet - sevginin şartlarından biri sevdiğine itaat etmek ve isteklerini yerine getirmektir. Seven, sevdiğine boyun eğer. Adâvet - düşmanlığın gereklerinden biri ise daima muhalefet etmek, hep karşı koymaktır. Kişi, düşman bildiğine daima karşı çıkar.

Siz, ey müminler! İzzet ve Celâl sahibi Rabb’ınıza teslîm olunuz. Dünyâ ve ahirette, O’nun idâresine, tasarruflarına rıza gösteriniz.

Vaktiyle bir musîbete maruz kalmış, Aziz ve Celîl olan Allah’a dua ederek bu musîbetten beni kurtarmasını istemiştim. Ne var ki benim bu isteğimden sonra, maruz kaldığım o musîbet kalkmadığı gibi, üstelik bir musîbet daha gelmişti. Ben ise bu duruma fevkalade hayret etmiştim. Bu hayret içinde bocalarken bir gün birisinin bana şöyle seslendiğini duydum:

- Sen bu yola girerken, Bize hep teslimiyet içinde bulunacağını söylememiş miydin ?…

Hâtiften (gizliden) kulağıma gelen bu sesi işitince kendimden utandım, teeddüp ettim ve sustum…

Vah sana ki, Allah’ı sevdiğini iddia ediyorsun; fakat O’ndan başkasını seviyorsun. Allah’ın sevgisi saflığın, temizliğin ve hâlisiyetin ta kendisidir. O’nun gayrısı ise temiz ve safi olmamak, kirliliktir. Sen, Allah’ın sevgisi ve hâlis safiyeti başkalarının sevgisi ile kirletirsen sen de kirlenirsin. Allah’ın Dostu İbrahim A.S. ile Yakup A.S.’ın başına gelen senin de başına gelir. Vaktiyle onlar, kalplerindeki birer ateşle evlatlarına meyl etmişler, onlara sevgi ile bağlanmışlar ve malum musîbetlere dûçâr olmuşlardı.

Yine vaktiyle Peygamberimiz Muhammed Mustafa (s.a.v.), kızının oğulları Hasan ile Hüseyin’e karşı kalbinde bir sevgi duymuştu. Bir ara Cebrail A.S. geldi ve Allah’ın Resul’üne sordu:

- Onları seviyor musun ?

Resul A.S. buyurdular:

- Evet, seviyorum.

Bunun üzerine Cebrail A.S. dedi ki:

- Onların biri zehirlenecek, diğeri de şehit edilecek…

Bu hadiseden sonra Allah’ın Resulü o iki torununun sevgisini kalbinden çıkardı. Orayı bütünüyle Aziz ve Celîl olan Rabb’ine tahsis etti. Onlar sebebi ile olan sürur ve neş’esi de hüzün ve kedere dönüştü…

Aziz ve Celîl olan Allah, Peygamberlerinin, Velilerinin ve salih kullarının kalplerine gayret-i İlâhi ile nazar eder. Orada, kendisinden başkalarına yer verilmesini istemez.

Ey dünyaya nifak ve ikiyüzlülükle talip olan kişi!

Avucunu aç, bak. Orada hiç bir şey göremeyeceksin. Yazık sana ki, alın teri ile çalışıp kazanacağın yerde, oturmuş, dinini vasıta edinerek halkın malını yiyorsun. Sanat ve alınteri ile kazanmak, bütün Peygamberlerin işidir. Bütün Peygamberler çalışarak, alın teri ile kazanmışlar ve yemişlerdir. Hiç bir Peygamber yoktur ki, behemehal bir sanatı, bir mesleği bulunmasın. Ahirette de İzzet ve Celâl sahibi Hakk’ın izni ile halkdan alırlar.

Ey dünyanın şarapları, nefsani arzuları ve hevesleri ile sarhoş olanlar!

Pek yakında mezarlarınızda uyanacak, ayıkacaksınız.

 

1   2   3   4   5   6


Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©atelim.com 2016
rəhbərliyinə müraciət