Ana səhifə

Ertugrul firkateyninin trajik yolculugu isimli yazi dizimi takip eden


Yüklə 0.53 Mb.
səhifə6/9
tarix26.06.2016
ölçüsü0.53 Mb.
1   2   3   4   5   6   7   8   9

 

Ertuğrul için ticaret rüzgârlarından yararlanmak mümkün değildi ama Hint Okyanusu’nda ticaret rüzgârları kadar olmasa bile yine de muntazam esen “mevsim” rüzgârları da vardı. Osmanlı denizcileri bu rüzgârları iyi bilirlerdi. “Mevkutî” rüzgârlar ismini verdikleri bu rüzgârlar Ekim ila Mart ayları arasında poyrazdan, Nisandan Eylüle kadar da lodostan eserlerdi. Lodos mevsim rüzgârları Ertuğrul’un seyir rotası için çok uygun olurdu. Ancak Süveyş’te kalış süresi dolayısıyla mevsim biraz geçmişti. Fakat mevsim değişiklikleri takvim yaprağını koparır gibi hemen olmazdı. Ekim ayında hem poyraz hem de lodos mevsim rüzgârlarına tesadüf etmek de mümkündü. Bu biraz da şans meselesiydi. Ertuğrul da bu şansını kullandı. Yorucu fakat olaysız bir seyirden sonra Bombay’a vardı.



 

 

 



Bombay MÖ 1000 yıllarından beri bir balıkçı köyü olarak bilinmekteydi. Hindistan’ın İran ve Araplarla yaptığı ticarette de liman olarak kullanılmış ve Portekizliler gelişinden ve Gücerat Hükümdarı Bahadır Şah’ın, aslında birkaç adadan ve bataklık araziden oluşan bu liman kentini, 1534’te tamamen kendilerine verişinden sonra Portekizlilerin egemenliği altına girmişti.

 

 



 

1626’da İngilizler ve Hollandalılar tarafından yağmalanan ve bazı kısımları yakılan kent, 1661’de, İngiltere Kralı II. Charles ile Portekiz kralının kız kardeşi Catherine arasındaki evlilik antlaşması uyarınca hediye veya çeyiz olarak İngiltere’ye verilmişti. 1664’te de Bombay resmen Büyük Britanya topraklarına katılmıştı. Fakat İngilizler, Krallarına verilen bu hediyeyi o kadar basit bulmuşlardı ki; kullanmak bile istememişler ve 1668’de İngiliz Doğu Hindistan Kumpanyası’na yıllık sadece on altın karşılığı kiraya vermişlerdi.

 

 

 



Ama Bombay’ın kaderi Süveyş Kanalı açıldıktan sonra değişmiş ve önemi birdenbire artmıştı. Bir liman kenti olarak büyük bir gelişmeye mazhar olmuştu. O yıllardaki nüfusu da Kalküta’dan sonra Hindistan’ın ikinci büyük kenti olarak bir milyonun üzerine çıkmıştı. Bu nüfusun hemen hemen yarısı da Müslümandı.

 

Bombay şehri sahile pek yakın bir ada üzerinde kurulmuştu. Ada hem mendirek hem de geçit hizmetini veren iki yolla karaya bağlanmıştı. Demiryolu bağlantısı da kısa süre önce tamamlanmıştı ve bu bağlantıdan sonra İngiltere’nin Hint Okyanusu Filosu’nun ana üssü de bu yepyeni limana taşınmıştı..



 

 

 



Leventler , bas kasarada toplanmislar , hem sohbet ediyorlar , hem de yanik sesiyle turku soyleyen,

 

Balkanli Mehmedi dinlerken , dalip gidiyorlardi.



 

 

 



Hak şerleri hayr eyler,
Zannetme ki gayreyler
Görelim Mevlâ neyler?
Neylerse güzel eyler

 

...........................................



 

"Sultan Süleyman Hânumuz;


Gâziler çevre yânumuz;
Bu sözde yok yalanumuz;
Sarptır Alaman dağları.",

 

"Kırardı Nemçe`yi, Macar, Firengi;",



 

"Sarı yaprağım sarı;


Girid`e gönderdim yâri;
Yıkılası Girid Şar`ı",

 

......................................


Estergon Kal’ası subaşı durak
Kemirir gönlümü bir sinsi fırak
Gönül yâr peşinde yâr ondan ırak
Akma Tuna akma ben bir dertliyim
Yâr peşinde koşan kara bahtlıyım

 


***

 

 



 

Ertuğrul'a Gösterilen İlgi

 

Ertuğrul, Bombay’a gelir gelmez, gemiyi ziyaret için rıhtıma ve iskelelere hücum başladı. İlk gün resmî ziyaretlere, mutat askerî merasimlere tahsis olunduğundan, gemiye halktan ziyaretçi kabul edilmedi. Ama ertesi gün güneşin doğuşuyla beraber geminin etrafını sandallar sardı. Ancak toka sancaktan evvel, savaş gemilerine ziyaretçi kabul edilmemesi, Osmanlı denizcilik geleneğinde olduğundan, gelen ziyaretçiler bir süre bekletildi. Zamanı geldiğinde de kabul edildi. Ziyaretçilerin çoğunluğunu Müslüman Hintliler oluşturuyordu. Ertuğrul’u görmek için günlerce meşakkatli seyahatleri göze alıp, Lahor, Delhi, Allahabad, Ahmedabad ve Haydarabad gibi uzak yerlerden gelenler de vardı.



 

 

 



Güvertede namaz kılanlar, direklere tırmanıp Osmanlı sancağına yüzünü gözünü sürenler, geminin güvertesini ve iskelesini öpenler, ağlayanlar Osmanlı şeref ve itibarına bu yörelerde çoktan beri hasret çekildiğinin canlı ve somut kanıtlarıydı. Gemiyi görmeye o kadar çok ziyaretçi geliyordu ki, izdihamdan hareket etmek bile kabil olmuyordu. Hatta birkaç kez iskeleler yukarı alınarak tehacümü durdurmak gerekmişti. Ama iskelelerin yukarı çekildiğini gören halk, hemen şikâyete başlıyor, gemiyi görmek için katlandıkları büyük zahmetleri anlatmak istiyorlar, ayaklarının şişkinliğini, üst başlarının toz toprak içindeki halini göstererek anlayış talep ediyorlardı.

 

 



 

Bu ziyaretlerin garip yönü, gelenlerin grup grup toplanarak askerlerle saatlerce konuşmalarıydı. Ama nasıl? Hangi dilde? O yıllarda Hindistan’da yüz ellinin üzerinde dilin konuşulduğu, fakat bunların içinde bilinen dünya dillerinden hiçbirisinin olmadığı düşünülürse, ortak dil sadece bedenin dili, işaretler, dualar ve daha önemlisi sabır ve metanetti. Zor anlaşıyorlardı ama zevkle anlaşıyorlar, birbirlerine davetler ve ikramlar yapıyorlardı.

 

 

 



Ertuğrul’un Bombay’da gördüğü ilgi sadece sade Hint vatandaşlarının ilgisinden ibaret değildi. Sahilde bir bağrışma, bir alkış duyulması, bir kaynaşma olması bir mihracenin gemiyi ziyarete gelmekte olduğunun belirtisiydi. Bu belirtinin hemen ardından ipek halılar, altın yaldızlı tahtırevanı üzerinde Mihrace ile özel olarak süslenmiş beş on fil ile buna refakat eden meşaleli, mızraklı, siyah cübbeli, bal renkli sarıklı kırk Hintliden oluşan muhafız alayı, sahilin gemiye en yakın noktasında belirirlerdi.

 

 



 

Gemi gözcüleri sahilde bu gibi hareketleri görürlerse, bunun anlamının bir mihracenin gemiye gelmekte olduğunu anlarlar ve hemen köprü üstünde dikkat borusu çaldırtarak, gemideki herkesi uyarırlar ve tören kıtasının hazırlanmasına, iskelelere asılan halkın aralanarak, gelen yüksek misafirin, gemiyi rahatça ziyaret etmesine imkân yaratmaya çalışırlardı.

 

 

 



Ertuğrul’un Bombay’da kaldığı bir hafta boyunca, tüm Hindistan’da o yıllarda miktarları altı yüzü bulan Mihracelerden on beşi gemiyi ziyarete gelmiş ve bizzat Komutan Albay Osman Bey tarafından büyük üniformayla, devlet başkanlarına, hükümdarlara yapılan törenlerle karşılanıp uğurlanmışlar, tabiatıyla top atışlarıyla da selamlanmışlardı. Mihracelerine yapılan bu törenler, Hint halkının büyük ilgi ve sempatisiyle karşılanmış, karşılık olarak şehre çıkan Ertuğrul subaylarına ve mürettebatına gösterdikleri misafirperverliğin derecesini yükseltmişti.

 

 



 

Ertuğrul’u Bombay’da günde ortalama olarak 20.000 kişi, ziyarete açık olduğu bir hafta içinde ise toplam 150.000’e yakın kişi ziyaret etmişti. Bu ziyaretçilerin içinde Müslümanların dışında ateşperestler, putperestler, Budistler, satıcılar, hokkabazlar, marifetlerini sergilemek isteyen Hint fakirleri, çamaşırcılar, erzak ve eşya komisyoncuları da bulunmaktaydı.

 

 

 



Ertuğrul, Bombay’da gerçekten büyük ilgi görmüş, bir savaş gemisinin bayrak gösterme ziyaretinden beklenen neticenin azamîsinin alınmasını mümkün kılmıştı. Hindistan’ın Müslüman halkının Halifelerinin gemisine karşı gösterdiği yakınlıktan gurur duymamak mümkün değildi... Bu durum belki de II. Abdülhamid’in beklentilerinin bile üstündeydi. 29 ekim 1889 tarihli Advocate of India isimli İngilizce olarak yayımlanan bir gazete bakın ziyarete ilişkin neler diyordu:

 

 



 

“... Bugün Bombay Limanı’nda şerefli Osmanlı sancağının dalgalanması bize şan ve şeref vermiştir. Osmanlı Padişahı II. Abdülhamid; bir geminin bayrağını taşıdığı ve mensubu olduğu ülkenin imtiyazlarının tümüne, gittiği her yerde de aynen haiz olmasını öngören uluslararası kurallara göre, Bombay Limanı’nın küçük bir kısmına hâkim olmuştur... ... Ertuğrul bin sekiz yüz tonluk mükemmel bir fırkateyndir. Çeşitli çaplarda topları vardır. Karaya çıkan mürettebatı herkesin takdirini kazanmıştır. Bu nedenle halkta da gemiyi gezme ve yakından görme arzusu uyanmıştır. Türk denizcilerinin hepsi çalışkan ve güçlü kuvvetli aslanlardır. Üniformalarıyla kırmızı renkli fesleriyle özellikle takdir toplamışlardır. Gemiyi ziyarete gidenler burada büyük bir nezaketle kabul edilmişler, gezilmeye layık bütün yerler kendilerine gösterilmiş ve hiçbir şey saklanmamıştır. Hatta arada sırada bando ile marşlar bile çalmışlardır... ... Fırkateynin Bombay’a gelişi Hindistan’ın Müslüman halkı üzerinde geniş bir tesir bırakmış, bu halk din kardeşlerini büyük bir içtenlikle bağırlarına basmıştır. Cuma günü gemi mürettebatından 150 kadar asker ve bazı subaylar gayet temiz giyinmiş oldukları halde cuma namazını eda etmek üzere camilere gitmişler ve yolda kalabalık bir halk kitlesi tarafından saygıyla selamlanmışlardır. ... Ertuğrul’un Bombay’da kaldığı süre içinde şehirde gezme iznini almış olan subaylar ve erler sokaklarda takdire değer biçimde dolaşmışlardır. Polis kayıtlarında hiç bir olaya rastlanmamıştır. ... Osmanlılar aleyhinde konuşmanın âdet haline geldiği bu günlerde, biz burada gördüğümüz iyi karakterli insanları yazmayı kendimize görev bildik...”

 

 

 



Yine Bombay’da Gucerat diliyle yayımlanan Gazette of Bombay isimli gazetenin 28 ekim 1889 tarihli sayısında da Ertuğrul’un ziyareti hakkında şunlar yazılmıştır: “... Osmanlı Devleti’nin Ertuğrul isimli gemisinin Bombay Limanı’na gelerek askerlerinin çok yeknesak bir kıyafetle şehirde dolaşmalarını görenler hayret içinde kalarak bunların kimler olduklarını sorunca, onların Osmanlı askeri olduklarını öğrendiler. Halk tarafından verilen ziyafetlerde ve cuma namazındaki tutumlarından halk, limanda bir Osmanlı gemisinin bulunduğunu anlamış ve bütün Müslüman halk gemiyi gezmeye koşmuştur. Geçen cumartesi günü gemiye giden gazetemizin yazıişleri müdürü, basacak yer olmadığını bizzat görmüştür. Bazı kişiler de gemiye merdivenlerden çıkacak yer bulamadıkları için halatlara tırmanarak çıkmışlardır... ... Osmanlı denizcileri kadar, kıyafet ve tavırlarından çok üstün ahlak sahibi olmalarıyla tanınan başka asker tasavvur edilemez. Takdire şayan bir nokta da Osmanlı denizcilerinin hiçbir şey saklamadan gemilerini baştan aşağı gezdirmeleriydi. Bu tutum diğer ecnebi milletlerin denizcilerinde görülemezdi. Hiçbir denizci ziyaretçilerden bahşiş ya da başka bir eşya istemedi. Onların aldıkları terbiyeyi ne kadar övsek azdır. Gemi subaylarından bazıları İngilizce biliyorlardı. Hindistan’ın Müslüman halkının Halifeye olan bağlılıkları bu gemiye ilgileri ile belli olmuştu. Bu hali, gemi komutanı ve mürettebatı da gözleriyle gördüler. Herhalde memleketlerine döndüklerinde, Halife bu gerçekleri öğrendiği zaman Osmanlı-İngiliz ilişkilerinin daha iyi bir hal alacağı ve buradaki Müslüman halkın da daha fazla gelişeceği açıktır...”

 

 



 

Ertuğrul’un ziyaret ettiği yerlerde gerçekten büyük bir etki yaptığı ve Halife lehine çok olumlu bir hava yarattığı ve Müslümanların kendisine bağlılığını pekiştirdiği gerek Gemi Komutanı Albay Osman Bey’in raporlarından gerek yerel basında çıkan yazılardan anlaşılmaktaydı. Yukarıda verilen iki örnek yazı da Osmanlıca’ya çevrilerek önce Ceride-i Bahriye Dergisinde, sonra da İstanbul basınının hemen hemen bütün gazetelerinde yayımlanmıştır. Yazılarda belirtilen Müslümanların coşkunluğu bilhassa vurgulanarak, Osmanlı dünyasındaki bütün Müslümanlara, tüm dünyada Müslümanlığın birlik içinde ve Hilafet’in de görev başında olduğu anlatılmış oluyordu. Ertuğrul aracılığıyla Osmanlı Hilafet otoritesinin imparatorluk sınırları ve Arap dünyası sınırları dışındaki Müslümanlar için de geçerli olduğunun ispat edildiği söylenmekteydi.

 

Bombay’da 26 Ekim 1889 günü halkın ziyaretine son verilerek, müteakip sefer için su, yiyecek ve kömür ikmallerinin yapılmasına başlandı ve ertesi günü de Seylan’ın merkezi Kolombo’ya müteveccihen hareket edildi.



 

 

 



Kolombo

 

Ertuğrul, Bombay’dan hareketinden sonra Batı Hindistan sahillerine paralel olarak güneye doğru seyrediyordu. Sahiller genelde görüş mesafesi içinde tutuluyordu. Seyir Lakadiv Adaları civarına kadar normal bir şekilde cereyan etti. Fakat hareketin altıncı günü gece yarısı Albay Osman Bey müthiş bir haberle uyandırıldı: “Gemi baş tarafından su alıyor !..”



 

 

 



 

 

Komutan yatağından fırladı ve derhal köprü üstüne çıktı. Hava sakindi. Fırkateyn makineyle seyrediyor ve saatte yedi mil sürat yapıyordu. Yapılan mevki kontrolünde en yakın mevki kontrol noktası olan Kaliküt fenerinin görülebileceği mesafeye takriben kırk mil daha vardı. Su alma nedeni de bilinmiyordu. Tamirci parti, tahta takozlar, tapalar, ağaç siğiller, branda parçaları, macun ve ziftle beraber gemi inşa mühendisi Teğmen Ali Efendi emrinde olarak suyun geldiği rapor edilen bölmeye girmişti.



 

 

 



Bir emniyet tedbiri olarak da gemi komutanı, rotanın sahile doğru değiştirilmesini ve makinelere azami yol verilmesini emretmişti. Mürettebatın paniğe kapılmaması ve yanlış bir harekete başvurmaması için de, geminin terk edilmesi durumunda cankurtaran botları olarak kullanılacak olan filikalarının başına da silahlı nöbetçiler konuldu.

 

 



 

Bu süratle seyredildiği takdirde iki buçuk saat sonra sahile varılabilecekti. Herkes olayın Umman Denizi’ni geçerken olmadığına şükrediyordu. Hiç olmazsa burada sahil çok yakındı, nihayet iki saatlik bir mesafedeydi.

 

 

 



Gemi süvarisi Ali Efendi Kaptan bir başka tedbir olarak da, bütün personelin uyandırılmasını teklif etti. Fakat komutan, personeli tedirgin etmemek için, olayın nedeni hakkındaki raporu beklemenin daha uygun olacağı görüşünde olduğunu söyledi. Teğmen Ali Efendi’den de rapor istendi. Ali Efendi raporunda olayı şu şekilde hikâye etti:

 

 



 

“... Gece saat on bir buçukta vardiyada bulanan Cemil Efendi Kaptan geminin baş tarafından su aldığını haber vermişti. Bunun üzerine hemen kalkmış, inşaiye çıraklarına, burguculara haber göndermiş, gerekli aletleri hazırlatmış ve geminin başaltına girilmişti.

 

... Cıvadra gönderinin altındaki, sintineye yakın bölme kaportası açıldığında, birdenbire bulunulan bölmede su hücumuna maruz kalınmış, tamirci erlerden üçü dördü devrilmişti.



 

... Suyun üzerlerine hücumundan sonra, su seviyesi bellerine kadar çıkmış ve bu yükseklikte kalmıştı. Suyun belirli bir seviyede kalması ve kuvvetli şırıltı işitilmemesi, suyun girdiği deliklerin küçük olduğunun göstergeleri olarak kabul edilmişti. Anlaşılıyordu ki, gemi birkaç gündür azar azar su alıyor fakat farkına varılmıyordu.

 

 

 



... Bölmeden giren suyun boşaltılmasından sonra, yapılan incelemede; baş bodoslamanın tamamen çürüdüğü ve kaplama tahtalarından yer yer ayrıldığı görülmüştü. Bodoslama ile kaplama tahtalarının arasındaki parmak kalınlığındaki birkaç delikten bölmeye su giriyordu. Sert bir ağaç olan meşe ağacından yapılmış bodoslama o kadar çürümüştü ki, deliklere tapa vurulduğu zaman öteki taraftan fırlayıp gidiyordu. Bakır çiviler ve ağaç siğiller de işe yaramıyordu. Süngere dönen tahtaların üzerine zifte batırılmış yelken bezi kaplanarak, armuz başlarına da macun sürülerek ve daha sonra da, malta taşı tozlarıyla zift karıştırılarak elde edilen asfalt benzeri kaplamayla tüm bölmenin baştan aşağı sıvanmasıyla sorun çözülmüştü. Bölmeyi kontrol altında tutabilmek için bir de nöbetçi konulmuştu.”

 

Olayın böylece aydınlatılması üzerine tekrar Kolombo rotasına dönüldü. Ertuğrul sefere çıkalı üç buçuk ay olmuştu. Bu süre içinde baş bodoslamanın böyle çürümesi mümkün değildi. Bu çürüme yılların birikiminin bir neticesiydi ve fırkateynin İstanbul’da doğru dürüst bir onarım ve havuz görmediğini iddia edenlere hak verdirecek bir neticeydi.



 

 

 



Bu durumda 10 Kasım 1889 günü sabahı Kolombo’ya varıldı. Fakat bu limanda geminin tamir olanağı yoktu. Singapur’a kadar, geminin onarıldığı şekliyle yola devam etmek ve orada onarım ve havuz işlerini yaptırmak gerekiyordu. Ama geminin bu durumunun İstanbul’a resmen bildirilmesi demek, fırkateynin geri çevrilmesi demek olabilirdi. Süveyş olaylarından tecrübeleri vardı. Onun için Komutan Albay Osman Bey’in olayı, kayınpederi Bahriye Bakanına özel bir mektupla bildirmesi uygun görüldü. Onarım ve havuz işleri dolayısıyla geminin Singapur’da kalış süresinin uzamasının çekeceği dikkate ve yaratacağı tepkiye karşı Bahriye Bakanlığı nasılsa makul sebepler bulabilirdi

 

 



 

Kolombo Günleri

 

Hint gazeteleri Ertuğrul’un Bombay ziyaretini ve gezisini detaylı olarak ve uzun uzun yazdığından, ada sakinleri fırkateynin Kolombo’ya varacağı tarihi öğrenmişlerdi. Daha gemi limana girerken kentin Osmanlı sempatizanı ve Müslüman olan bütün halkı sahilde toplanmıştı. Kolombo kalesinin top atışlarıyla Ertuğrul tarafından selamlanması dikkatleri daha da fazla çekmişti. Resmî ziyaretlerin sonuna kadar sabredemeyen kent halkı, mukavemet edilmesi mümkün olmayan dostane hislerle geminin etrafını sarmışlardı. Varış gününün cuma günü olması ve mürettebatın bir kısmının cuma namazını eda etmek üzere camilere gönderilmesi ise gemi üzerindeki dikkati artırmıştı. Aynı günün akşamı da adanın  300.000 civarında olan Müslüman nüfusunun, 200.000’nin muhtelif yerlerden gemiye ziyarete gelmekte oldukları Seylan Genel Valisi tarafından gemi komutanına bildirmişti. Esasen 20.000-30.000’i daha şimdiden geminin içinde veya civarında olduğuna göre, adanın hemen hemen bütün Müslümanlarının gemiyi ziyaret etmek istedikleri ortaya çıkıyordu. Bu kadar büyük bir kalabalığı incitmeden, bir kazaya sebep olmadan kabul etmek için gemide bazı ilave tedbirlerin alınması gerekti.



 

 

 



Bombay’daki tecrübeler, aynı anda gemiyi 2.000 kişinin ziyaret edebileceğini göstermişti. Bu sebeple ziyaretçileri 2.000 kişilik gruplara ayırmak ve gezdirmek esas alındı. Ama gelin görün ki, gemiye gelenler yelkenlerin gölgesinde bağdaş kurup oturuyorlar ve mürettebatla sohbete dalarak gemiden ayrılmak istemiyorlardı. Günlerce süren yolculuktan sonra, birçok meşakkate katlanarak gemiyi görmeye gelen bu kadirşinas insanları süratle gemiyi terke davet etmek de geleneksel misafirperverlik anlayışıyla bağdaşmazdı. Bunun için sancak iskelesi ziyaretçilerin gemiye gelişlerine, iskele iskelesi de gemiden ayrılışlarına tahsis olundu. Havaların da çok sıcak olması gemiyi gezenleri hem sıcaktan hem izdihamdan pek fazla rahatsız ediyordu... Bu durum da dikkate alınarak, gemide ziyaretçi sayısı arttığı zamanlarda, çıkış iskelesinde ziyaretçilere şurup dağıtmak usulü getirildi. Bu usulü teklif eden genç subay da, imal ve dağıtımına nezaret etmek üzere adeta şurupçubaşı olarak görevlendirildi.

 

 



 

Seylan halkının Ertuğrul’a gösterdiği ilgi, Bombay Müslümanlarının gösterdiği ilgiyle adeta yarışırcasınaydı. Çok uzaklarda bulunan kentlerin halkları fırkateyne hep birlikte gelemediklerinden içlerinden seçtikleri temsilcilerini, yüzlerce binlerce imzalı mazbatalarıyla beraber göndermişlerdi. Temsilcilere, Ertuğrul mürettebatı için kendi hesaplarına ziyafet verme yetkisi bile vermişlerdi. Kolombo’daki resmî makamların, halkın ileri gelenlerinin verdikleri ziyafetler ve hazırladıkları özel ada turları da ziyaret programını daha da zenginleştirmişti.

 

Derleyen ve düzenleyen: Naci Kaptan



 

elden gecirme 22.12.2008

 

temel kaynakca http://www.ertugrul.jp/



 

 

 



Naci Kaptan'a teşekkürlerimizle

 

Denizce



 

10.10.2007

 

 

 


Ertuğrul Fırkateyni - Bölüm 7

 

Derleyen: Naci Kaptan



 

 

 



ERTUGRUL FIRKATEYNININ TRAJIK YOLCULUGU 7/20

 


Deniz Muamması

 

Gene denizlere dönmeliymişiz denize semaya


Bütün istediğim bir gemi ve yolumu gösteren yıldız
Çark vursun rüzgar söylesin
beyaz yelkenler çarpsın havaya
Ve denizde sisli bir fecir  istediğim yalnız
Gene denizlere dönmeliyim dalgaların çağrısına
Öyle hoyrat öyle saf bir çağrış ki karşı durulmaz buna.
Bütün istediğim rüzgarlı bir gün bulutların yarısı
Savrulan köpükler serpintiler martıların haykırışı
Gene denizlere dönmeliyim serserilik hayatına
Martılarla balinalarla o keskin rüzgarlı yollarda.
Bütün istediğim yolculuğun sonunda bıkıncaya dek
Uyumak rüya görmek ve bir gemici masalı dinlemek

 

John Masefield 1878



 

***


 

Kadersiz Ertugrul Firkateyni'nin zorlu yolculuguna katilan degerli okurum,


yaziya baslarken sizlere  demistim ki ;
Ertuğrul'da gizli pek çok hikayeden biri Ertugrul'un komutani Ali Bey ile Ayşe Hanım'ın öyküsüdür... Ali Bey, deneyimli ve bilgili bir denizcidir...
Ayşe Hanım gencecik yaşında, her an uzaklardan mektup bekleyen
hayat dolu bir kadın...

 

Ali Bey'den Ayşe Hanım'a mektuplar,


"İsmetli, Hakikatli, Feragatli, Sadakatli Kadınım, Sultanım, Efendim Hazretleri"
sözcükleriyle başlıyordu .

 

Firkateyn Hint okyanusunda bazen sakin , bazen de firtinali hava icinde yol almaya calisirken , Ertugrul'un kaptani Ali Bey'in mektuplari da sevgili Esi Ayse Hanima ulasmisti.


Ayse hanim , gozleri yasli , kalbi pirpirlayarak bu mektuplari gunde birkac kere acarak okuyor ve sonra da ozenle katlayarak , dentelli ipek bir mendile bohcalayarak kaldiriyordu.

 

Sira mektuplari okumaya geldi ;



 

 

 



BIRINCI MEKTUP
18 Temmuz 1305

 


Saadetli Efendim Hazretleri;
Lehülhamd Port Said'e salimen muvasalat olunduysa da Port Said'den hareketimizin ikinci günü kanal dahilinde kılavuz vasıtası ile hareket olunmakta iken Timsah gölüne vürudurnuzda gemi suyu suyuna bularak oturup o gün ve gecesi, ferdası gün dahi zevale kadar olunan gayretle Cenab-ı Bâri'nin ihsanı olarak kurtulup yine yolumuza devam üzere iken kanal nizamına tevfikan karşı gelen gemiye yolvermek üzere istasyonda mevki-i mahsûsuna bağlanacağı zaman dümen bodoslaması, yani geriki bodoslama kepçenin bir kalem aşağısından kırılıp sarkarak omurgayı dahi ile-riki, yeni şaft bodoslaması hizasından kırıp denize gidip, bu suretle hiçbir yere istinadı olmayan fıkara dümen yelpazesi dört mil akmakta olan suya tabiî mukavemet edemiyeceğinden boğazından şehid olup lâle zincirlerine talik olunduğu halde geminin altına yatıvermiş. Bizler ise bu esnada gemiyi mukaddem gösterilen mevkiye bağladık. Muahharen dalgıçlar vasıtası ile bulunan bodoslama ve dümen parçalarını gemiye alarak şimdiki halde kanal dahilinde aram üzereyiz. Bu tafsilatı yazmaktan maksadım, İstanbul'da birtakım eksik ziyade sözler işitip merak etmiyesiniz efendim. Kırılan bodoslama dahi ol halde çürük ki malum olan kalınlıktan bir kadem değil, bir pus yeri bile sağlam değil. Parçalan dahi birkaç mühür tahtında gemide mahfuzdur.

 

Cümleye ayrıca arz-ı hulûs ve selâm-ı mahsus edip dua-yı hayriyelerini temenni ederim.



 

Süvari-yi Ertuğrul


ALİ

 

 



 

IKINCI MEKTUP


6 Eylül 1305
Meraklı, Hakikatli Hanımcığım;

 

29 Ağustos 1305 tarihinde meraklanıp da bizleri de meraklandırdığınız mektup, vâsıl-ı dest-i tekrim olunarak güzel güzel okudum. Hiç merak etme, aynı aynıya söyleyeceğim. Mektup elime geldiği anda bizler tıpkı "bir hayal" tertibi gibi hep birden bağırıp kumanda etmekte idik. Malûm ya, gemimiz tamir için havuzda bulunduğundan omurga ve bodoslama mevkilerine konup her ne kadar cıvatalar için gayret olunuyorsa da lâkin kumandanımız bulunan izzetlû Hubba Bey, hemen bir sandal misillû oluversin deyip de, "Aman Yarabbi, bugün de bitmeyecek" dediği zaman baş mimar bulunan Maltız, hemen yanıma koşup "Şuna bir limonata verin de aklı basına gelsin yahu, hu hu, ne yapıyorsun, bu gemi Caponya'ya gidecek; herkes sizin tersane halkı gibi deli değil, deyip kulağına bağırıverin" diyor. Beri taraftan ise bizim hemşeri Kâmil Beyefendi, "Şunu yapıverelim", diğer taraftan mahalle ihtiyarı makamında bulunan Ömer Kaptan (bu defa terfi eden), "Muhammed Allah aşkına şunlara kulak verme, islerimize bakalım. Biz oyunda iken bodoslamalara omurgayı birbirine rapteder dökme pirinç İskenderiye'den geldi. Malûm ya bizim [..,] bugün tamam olacak, yerme konacak ve yarın havuza su salıverilecek" diye bir kumanda-i temyiz verip bizler dahi, alel rey, deyip, olmayacak bir işe, çabuk şimdi olacak deyip Maltız'ı sıkıştırmamız üzerinde mektup elime deydi. Bendenizde ama kızma falan yok, Maltız yakamdan tutmuş. "Ali Bey ne söylüyorsun, bu oyuncak mı yoksa gemi mi?" diyor. "Dur şimdi işim var, mektup okuyacağım" dedim. "Canım, senin telâşına baktım da zahir bunun da aklı ermiyor diyecektim. Sen bana bakma/işine bak" diyerek Maltız'ı savdım.

1   2   3   4   5   6   7   8   9


Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©atelim.com 2016
rəhbərliyinə müraciət