Ana səhifə

DÜnyayi iNŞa edenler II 2 temmuz 2009 AÇiliş konuşmalari


Yüklə 364.5 Kb.
səhifə2/3
tarix24.06.2016
ölçüsü364.5 Kb.
1   2   3
, gayrimehus, yani önceden görülmesi mümkün olmayan şartlar çıkar karşınıza. Bilhassa su inşaatları yapanlar, köprü inşaatları yapanlar ve büyük bina inşaatları yapanlarda bu görülür. Ve temel şartları, sizin keşfe koyduğunuz paranın büyük kısmını götürür. O zaman, temelin iyi etüt edilmiş olması lazım elinize gelen projede, çok iyi etüt edilmiş olması lazım.

Üçüncü şekil, mukavele şekli olarak, hangi çeşit ihale alıyorsunuz? Yani bu bir sabit fiyat mı, anahtar teslim mi, kostas fiksfi mi, kostlasfi mi, yani nasıl alıyorsunuz? Farklı fiyat tercih ediliyor mu? Bu çok önemli bir hadisedir ve burada eğer birim fiyat dediğimiz esas üzerinden ihale alıyorsanız, ihale veren makamların değerlendirmede atlamaması lazımdır. İhale veren makamlar, o zaman kime vereceklerdir bu ihaleyi, sıkıntıya girerler. Teklif alma usulü ve vaadi fiyat…

Aslında bizim ülkemizde uyguladığımız en sağlam sistem, 2490 sayılı Kanun’dur. Yalnız biz bu 2490 sayılı Kanun’u hem kötüleriz hem de “Ah, o daha iyiydi” filan deriz. Neden? Şunu söyleyeyim: Şu işi yaptıracaksınız, rekabet arıyorsunuz. Beş tane ehil adam size rekabet sağlar veya üç tane ehil adamınız sağlar. Peki, beş tane ehil adam ehliyet şartı koydunuz, şu şartları yerine getiriyorsa ehil dediniz. Bu beş tane ehil adamdan eğer ehliyeti verirken, ehliyet değerlendirmesi yaparken doğru hareket edebiliyorsanız ve cesur hareket edebiliyorsanız, o zaman en düşük fiyatı verene vermekten korkmayın. Çünkü beş tane muteber adam. Eğer bu adam hesap bilmiyorsa, bunu sokmamak lazım işin içine. Hesap biliyorsa, pekâlâ bu fiyata yapması lazım. Ee, hesabı yanlış yapmış. Yanlış yaptıysa batar. Bu işin acımasız tarafı budur. Ama tabii ki aslında müteahhit batırarak iş yaptırmak mümkün değildir. Onun içindir ki, bilhassa büyük işlerin sahibi bulunan idareler, Türkiye içi veya Türkiye dışında dünyanın her tarafında idarelerin en kârlı olanı, işlerin zamanında ve iyi kalitede bitirttirebilmiş olmalarıdır. Eğer zamanında bitiyorsa, o zaten kafi derecede onlara fayda sağlar.

Proje değişiklikleri içeride ve dışarıda müteahhitlerin büyük sıkıntılarından birisidir. Karşınıza şartlar gelir, proje değişir. Eğer işveren idare projeyi zamanında –zamanını da değiştirmiyorsa, yani zamanında kararını vermiyorsa- hem o müddet müddete işler; müddete işlemesi fiyatlara işler, birçok şeye işler, işinizi bozdurur.

Öyleyse, buradan çıkarmak istediğim sebep şu: Sadece inşa edenlerin itibar sahibi değil, inşa ettirenlerin de itibar sahibi olması lazımdır. İnşa edenler itibarlarını korumakta fevkalade hassas olmaları lazımdır. Eğer inşa ettirenler itibar sahibi ise, onların yaptırmak istedikleri şeyleri birçok kimse daha ucuza yapmak isteyecektir ve zamanında yapmak isteyecektir. Bu karşılıklı itibar, karşılıklı itimat müessesesidir. Bunu kurduğunuz takdirde çok büyük meseleleri halledersiniz. Ve dış müteahhitlik meselesi 1970’li yıllarda başladı. 1970’li yıllara kadar geçen süre içerisinde benim mühendis arkadaşlarım, müteahhit arkadaşlarım, ülkenin girişimcileri şantiye gördüler; bir baraj şantiyesi gördüler, bir Seyhan Barajı şantiyesi. 974 günde bitirilebilmiş bir inşaat, muhteşem bir olay! O şantiyeyi gördüler, nasıl işliyor, saat gibi bir şantiye. Yani makineli şantiyeyi tanıdılar ve makineli şantiyenin işletmesini yaptılar. Ve bir müteahhit, …………….. Müşavir Mühendis-İşveren üçlüsüyle beraber çalışmayı öğrendiler. Bunun altını çiziyorum, yani sadece müteahhit olarak değil benim veya Türkiye'den dış ülkelere gidip oralarda çalışacak olan insanların sadece müteahhit olarak değil, teknik kadrolar olarak, müşavir mühendisi olarak çok yapabileceğimiz şeyler vardır. Bunları gördüler. Büyük yol şantiyeleri gördüler, büyük köprü şantiyeleri gördüler. Büyük köprülerin yapılmasını gördüler. Birecik Köprüsünden tutunuz da, Kömürhan Köprüsüne kadar birçok köprünün yapılmasını gördüler. Daha sonra Boğaziçi Köprüsünün yapılmasını gördüler. Bunların hepsi arka arkaya geldi. Keban Barajının yapılmasını gördüler. Artık Keban Barajının yapılmasından sonra 84 milyon metremikap dolgu hacmi bulunan Atatürk Barajını yapmak onlar için bir onur meselesiydi, yaptılar. Ve Atatürk Barajını yapmış olarak, yani 2 milyon kilovat santral arkasında 48 milyar metremikap su ve 84 milyar metremikap dolgu; ben bunu yaptım diye kredi kartıyla dünyanın huzuruna çıktılar. Evet, bunlar artık büyük şantiyecilerdi, büyük müteahhitlerdi ve dünya bunlara sahip çıkacaktı.

Bir de 1970’li yıllarda dünya ahvali değişti, petrol fiyatları değişti. 1973 senesinde petrolün varili 1 dolar 49 sentti. 1975’te 38 dolar oldu. Yani 1 dolar 38 sentten, 39 dolara geldi. 19 kat arttı, daha sonra daha da çıktı. Petrol satan memleketlerin eline para geçti, bu paralarla ne yapacaklarını bilemediler, inşaat hamlelerine kaydılar. Bizim müteahhitlerimize yeni sahalar çıktı. Tobruk Limanından Suudi Arabistan’daki bina inşaatlarına kadar birçok şey çıktı.

Ha, 1989’da Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla, Sovyetler Birliği’nin içi dahil, Orta Asya ülkeleri dahil, Balkanlar dahil birçok yeni iş sahaları çıktı. Ama buraların hepsinin kendine göre problemleri vardı. Ve bu problemler kolay problemler değildi. Saydığım problemlerin hemen hemen hepsi orada vardı. Ayrıca, orası ne olursa olsun yabancı bir memleketti. Yabancı memlekete gittiğiniz zaman, ister Türkçe orijinli konuşulsun ister konuşulmasın, yabancıydınız. Oranın işçisi dururken, o işçi de, o adam da işsizdi, kendi işçinizi buradan götürüp çalıştırma durumundaydınız. Bir de oranın bürokrasisinin size bakış tarzı başkaydı ve esasen genelde bürokrasinin iş yapan adamlara bakış tarzında birtakım çarpıklıklar hep vardır, o bakış tarzı başkaydı. Oralarda yepyeni birtakım problemlerle karşı karşıya kaldınız.

Ve en önemlisi, Türkiye'deki müteahhitlik hizmetlerinde de aynı şeydir, gidersiniz bir teminat mektubu bulur gelirsiniz, muvakkat teminat, arkasından bir teminat mektubu bulur gelirsiniz kesin teminat… Kesin teminatı kurtarmak için seneler uğraşmak lazımdır. Niye? Çünkü kesin kabul yapılıp bitti kâğıdı alıncaya kadar akla karayı seçersiniz. Bu işler oralarda daha da zor, o ülkelerde daha da zor.

Ve çok önemli bir hususu dile getirmek istiyorum, o da şudur: İhtilaf. İhtilaflar meselesinde bizim kanunlarımız mahkeme dışında bir şeyi kabul etmez. Eskiden de oydu aslında. Bizim mahkemelerimiz de kolay kolay bitmez. Size misal vereyim, ben 1949 senesinde Elektrik İşleri Etüt İdaresine girdim, zorunlu hizmetim vardı. 1955’te Devlet Su İşleri Genel Müdürü oldum. 1949’da Hazık Bey Porsuk Barajını yapıyordu, ihbar oldu, Hazık Beyin barajını durdurdular, 1950 senesinde durdu baraj. Ben 1955 senesinde Su İşleri Genel Müdürlüğüne geldim, gittim baktım, baraj duruyor. “Niye duruyor?” dedim, “Tespit yapacaklar, sonra dava açılacak…” dediler. “Ne zaman yapacaklar tespiti?” diye sordum, “Bilmiyoruz” dediler. “Bu ne zamandan beri duruyor?” diye sordum, “Beş senedir duruyor” dediler. Sonra ben dedim ki oradaki görevliye, “Sen savcıya müracaat et, bir tespit yaptır, bu işi tamamla.”

1958 senesiydi, sekiz sene geçmiş hadisenin üstünden; bir gün bir ziyaretçim oldu, haber verdiler, dediler ki: “Efendim, ziyaretçiniz var” Ben “Kimdir?” dedim, “Hazık Bey” dediler. “Buyursun gelsin” dedim. Hazık Beyi de ben hiç görmedim sekiz sene. Hazık Bey dedi ki: “Ben mahkemeyi kazandım.” Ben “Ne kazandın?” dedim, “Bir ev alacak kadar para kaldı bana” dedi. Anlı şanlı Hazık Beyden bir ev alacak kadar parayı, bir daire alacak kadar para. Ve bunların misalleri çoktur.

Şimdi, en doğru sistem, bana göre hakemdir. Yalnız Türkiye içinde hakem müessesi veya Türkiye dışında hakem müessesesi her ikisi de tartışmalıdır. Fakat Dünya Bankasının bir hakem müessesesi var şimdi. Yani Dünya Bankasının finanse ettiği meselelerde ihtilaf çıkarsa, onların bir hakem müessesesi var. Şimdi büyük bir dava Pakistan’la ilgili olarak görülmektedir halen. Yani dışarıda iş yapacak müteahhitlerimize, işadamlarımıza tavsiyem şudur ki, kendinizi maceraya atmayın. Sakın ola, ben Sayın Zafer Çağlayan’ın söylediğine karşı bir şey söylemiyorum, “50 milyar dolarlık iş yapalım” diyor, ben “100 yapın” diyorum. Zaten bana ne getirirseniz ben katlarım onu, “100 yapın” diyorum. “100 yapın ama, size bir şey kalsın bundan” diyorum. Yani gidip oralarda cebinizdeki, üstünüzdekini, başınızdakini oralarda bırakıp gelmeyin diyorum.

1980 yılında dünyanın gayrisafi millî hasılası 20 trilyon dolardı. 2009’da bu 60 trilyona çıktı. Dünya zenginledi. 20 nci asrın ikinci yarısında dünya 7 kat büyüdü. Yani ekonomisi 7 kat büyüdü. Fakat bu büyüme zengin ülkelerin elindedir. Hâlâ bugün dünyada 1,5 milyar insan 1 dolar 50 sentten aşağı gelire sahiptir. Hâlâ bugün dünyada bir bardak sudan mahrum milyonlar vardır. Hâlâ bugün dünyanın imara ve ihyaya ihtiyacı vardır. İmar, inşa ve ihyaya ihtiyacı vardır. Üç kelimeyi bilerek kullanıyorum. İmarı izaha gerek yok. İnşayı da gerek yok, ihyanın var. İhya, bir memleketi ayağa kaldırma, yetmiyor, buna bir kelimeye daha ihtiyacı var, refaha ihtiyacı vardır. Yani imar, inşa, ihya ve refaha ihtiyacı vardır. Bunun içindir ki yine teknolojiye, yine girişimciye, yine müteahhide, yine çalışan insanlara, yine inşaat makinesine, yine iş yapan, üreten ünitelere ihtiyaç olacaktır. Ve aslında Türkiye bugünkü haliyle, şu haliyle, yani 1950’li yıllarda başlamış böylesine güçlü bir müteahhitlik, güçlü bir inşa şeyi meydana getirebilmiş ve dünyada 225 tane dünya şirketinin içerisinde 23 tane sayılı şirket olabilmiş. Bunların hepsi benim mühendisliğe başladığım zaman mühendisliğe başlamış firmalardır. 225’ten 23 tane ve Çin, Birleşik Amerika Devletleri’nden sonra üçüncü sıraya gelebilmiş bir Türkiye bir güç ve kudret temsil ediyor. Yalnız benim söylemeye çalıştığım şey, bunun kullanılması, iyi kullanılması ve efektif kullanılmasıdır. Nerede? Benim ülkemde de, benim ülkemin dışında da.

Şimdi size burada bir şey daha söyleyeceğim: Ben, Türkiye Cumhuriyeti Devletini savunan kişiyim. Onun kusurlarını veya birtakım acizliklerini, noksanlarını falan onu yıpratmayacak şekilde söylerim. Ama kusurlarını meziyet olarak söylemem. Bizim taahhüt sanayindeki en büyük sıkıntımız, bakın biz plan devrine geçtik. Plan devrine geçmeden önce ihale yapılır, kafi tahsisat yok. Yani 100 milyon liralık ihale yapılır. Kaç paralık ihale bu? 100 milyarlık ihale. “Hele bir başlayalım canım, hele bir ucundan tutalım” Neyin ucundan tutacaksın, 100 milyonla 100 milyarın ucundan tutulur mu? Tutun, ikinizin de eli yanar. Kim tutuyorsa eli yanar. Böyle, böyle, böyle biz siyasetçiler de ondan sonra onu rüzgârlarız, gelir bir devletin ihale hacmi. Bu tahsisatların verilmesi suretiyle kaç senede biter? On iki senede. Planlı döneme geçtikten sonra dahi biz bunu durduramadık. Yani on iki seneden biten bir hastaneden, on iki senede biten bir hükümet konağından, on dokuz senede biten bir enerji santralinden nema kalır mı Allah aşkına? Buna yatırdığınız paranın faizini verseniz, yani oradaki insanlara verseniz daha refah içerisinde olurlar. Olmaz böyle şey! Kendimizi toparlayalım.

Dört ila altı sene içerisinde yapılacak şeyleri biz altı ila on beş sene içinde yapıyoruz. Onun içindir ki benim mesajım, kendimizi toparlayalım, silkeleyelim. Belki bu lafları sevmeyebilir birtakım arkadaşlarımız, ama silkelenmezseniz silkelerler, ona göre.

Şimdi sözlerimi şöyle bitireceğim: Önümde kitaplar var, kırk sene, elli sene, otuz sene dışarılarda çalışmış firmalarımızın yaptığı işler, bana da gönderiyorlar sağ olsunlar. Gurur verici bir şey. Yani petrokimya sanayinden tutunuz ki, biz bunları yaptırdık Türkiye'de hepsini, liman inşaatına kadar, yol inşaatına kadar, o vadileri geçen güzelim viyadükler, su tesisleri, barajlar, pompa istasyonları, birbirinden güzel şeyler. Ve petrol terminalleri; 10 bin ton çelik petrol terminali, muhteşem şeyler yapılmış. Bu çok güzel bir şey. Buna sevinmemek mümkün değil. Aynı şekilde külliyeler; Türkiye'nin içinde dışında. Üniversite külliyeleri. Büyük binalar, her şey çok iyi. Şimdi, bu işleri yapan arkadaşlarımızla zaman zaman konuşurum, onların dertlerini de sorarım, çünkü onların dertleriyle meşgul de olurum. Yani bizim Hükümetin dışarılara “Hadi gidin para kazanın, döviz getirin, bizim dövize ihtiyacımız var” demesi yetmez. Dışarılara giden adamına sahip çıkması lazımdır. Bu sahip çıkma işi de kolay değildir. Riskli olan yerleri tavsiye etmeyin, çünkü başına iş geldiği zaman gidip kurtaramıyorsun. Beş senedir hapiste duruyor Azerbaycan’da bir arkadaşımız; bırakmıyorlar, salmıyorlar, etmiyorlar. Ondan sonra, birkaç tanesini gene şöyle böyle kurtardık, ama bunlar iyi olmuyor.

Ve o zaman ne oluyor? O zaman dışarılara gidenler büyük sıkıntı görüyorlar. Bu olmasın. Yani dışarılara gitmek çok güzel bir şey, teşvik edelim, fakat ateşe atmayalım vatandaşlarımızı. Yeni sahalar açılıyor dünyada; bu yeni sahalara çok dikkat etmemiz lazım. Üç kuruş, beş kuruş noksan olsun kazancımız ama, insanlarımızı devlet olarak koruyamayacağımız yerlere göndermeyelim. Hakkın, hukukun, nefasetin olmadığı yerlere göndermeyelim.

Ayrıca, hakkı, hukuku, nefaseti, adaleti kendi ülkemizde de gerçekleştirelim.

Bu inşaatçı arkadaşlarımızdan bir değerli mühendis kardeşimiz sorduğunda bana şunu söyledi: “Sen ne tavsiye edersin? Yani dışarıda çalışan mühendislerimize, müteahhitlerimize, işadamlarımıza ne tavsiye edersin?” dedi, aynen şudur söylediğim şey: “Dış ülkelere bir tutarlı proje geliştirmeden, iyi bir uygulama yapabilecek deneyim ve ekipman gücüne sahip olmadan, tutarlı bir sözleşme bağlamadan asla gidilmemeli. Hiçbir macera göze alınmamalıdır.”

Yolunuz açık olsun. Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.

SUNUŞ – Sayın Cumhurbaşkanımıza çok teşekkür ediyoruz, saygılar sunuyoruz.

Panelimizi açıyoruz.

Oturum Başkanımız Sayın Osman Arolat’ı, Dünya Gazetesi Başyazarı,

Baytur İnşaat AŞ Onursal Başkanı Sayın Sezer Birgili’yi, “İnşaat Sektöründe Kredibilite ve Teminat Mektubu Sorunları” konusunda,

Alsim Alarko Genel Koordinatörü Sayın Ayhan Yavrucu’yu, “Yurt Dışında Yaşanan Rekabetin Sonuçları” konusunda,

Doğuş İnşaat AŞ Yönetim Kurulu Başkanı Sayın Gönül Talu’yu, “Türkiye'nin Enerji Yatırımları ve Hidroelektrik Enerji Potansiyelinin Değerlendirilmesi” konusunda,

Konuşmalarını yapmak üzere yerlerine davet ediyorum.

Toplantının yönetimini Sayın Osman Arolat’a devrediyorum.

Buyurun Sayın Arolat ve sayın konuşmacılarımız.



PANEL

Açılma Saati: 11.30

OTURUM BAŞKANI: Osman S. AROLAT

----------o---------

BAŞKAN – Sayın Cumhurbaşkanım, sayın bakanlarım, sayın milletvekillerim, saygıdeğer İNTES üyeleri; geçen yıl olduğu gibi bu yıl da Dünyayı İnşa Edenlerin panelinde bir aradayız.

İlk konuşmayı Sayın Sezer Birgili yapacak. Kendisi, “İnşaat Sektöründe Kredi ve Teminat Mektubu Sorunları” üzerinde görüş bildirecek.

Buyurun efendim.

SEZER BİRGİLİ (Baytur İnş. AŞ. Onursal Başkanı) – Sayın Cumhurbaşkanım, değerli bakanlar, başkanlar, sayın konuklar, sevgili arkadaşlarım; İNTES’le Dünya Gazetesi’nin düzenlediği bu toplantıların birincisinde geçen sene Mayıs ayında bana gene aynı konuda bir derleme yapmam istenmişti. Bu sene de aynı konu gelince, hafızamı tazelemeye çalıştım, notlarıma baktım. Dün akşam Libya’dan geldim, Libya’da bu fırsattan istifade ederek bazı müteahhit arkadaşlarla görüştüm. Neticede, gerek sorunlarda gerek düşünülebilecek çözümlerde dikkate değer bir değişiklik olmadığını bir kere daha gördüm.

Bildiğimiz gibi bu sorun, 1970’li senelerden başlıyor. Her firmamızın, her yöneticimizin hiç olmazsa dönemsel olarak yaşadığı, çare aradığı bir sorun. Çok tartışıldı, değişik çareler önerildi, ama hep bildiğimiz gibi buna kalıcı bir çözüm maatteessüf bugüne kadar getirilemedi.

Müsaade ederseniz, teminat mektubunu hepimiz bilmemize rağmen, çok kısa bu yüzdeler nereden geliyor, teminat mektubu ihtiyacı nereden karşılanıyor, onu bir hatırlayalım.

Gerek yurt içinde gerek yurt dışında bir taahhüt işine girmek istediğiniz zaman, işveren daha teklif safhasında teklifinizle birlikte muhtemelen teklifin yüzde 3’ü ila 5’i arasında değişen bir miktarda banka teminat mektubunu vermenizi istiyor. Niçin? Teklifinizin ciddi olduğundan emin olmak için, teklifinizin arkasında duracağınızı ve işi kazanmanız halinde kolay kolay vazgeçmeyeceğinizi bilmek için. İşi aldığınız takdirde bu teminat mektubu kesin mektuba dönüyor. Takriben 2 katı değerde bir mektup getirmeniz gerekiyor, 5 ila 10 arasında değişen bir rakam oluyor, teklifinizin olarak…

İşi aldığınız zaman, işin süresi içinde de teminat mektubu ihtiyaçlarınız var. Muhtemelen gümrüklere vermek gereken teminat mektupları oluyor. Size hizmet ve mal temin eden firmalara, daha evvelden anlaştığınız rakamlarla bunu alabilmeniz için, bazı garantiler vermeniz için teminat mektubu tevdi etmeniz gerekiyor. Bazı tatbikatlarda yaptığınız işten ve istihkaklarınızdan nakit para kesintisi yapılıyor, ilave bir nakit teminat olarak. Bu paralar işin sonunda verilmek üzere sizden toplanıyor. Fakat onun verilme anı geldiğinde de, onun karşılığında da tekrar teminat mektubu vermeniz gerekiyor.

Ayrıca, gene gayrinakdi işin içine giren akreditif açmaları var. Sizden değişik yerlerden alacağınız malzemelerin akreditiflerini açmanız gerekiyor.

Bunların hepsini topladığınız zaman karşımıza Sayın Bakanım da işaret ettiler ve minimum yüzde 20 olarak söylediler, bu biraz daha yüksek. Çünkü avanslar, söylediğim gibi yüzde 20’ler artık çok sürpriz rakamlar değil, ortalama yüzde 15 alırsak, yüzde 25 ile 30. Ben bizim firmamızda bunu çek ettim, taahhüt rakamımızın takriben yüzde 30’una yaklaşan miktarda bir gayrinakdi kredi kullanıyoruz.

Şimdi, bu mektupları almak isteyen inşaat sanayicisi, gayet tabii bankalara müracaat ediyor. Bankadan mektubu alırsa yurt içinde direkt iş yaptığı idareye verecek. Yurt dışında ise idareler kendi bankalarından teminat mektubu istiyorlar. Onun için buradan temin edilen teminat mektubu yabancı bankaya kontrgaranti olarak tevdi ediliyor, oradan alınan mektup işverene veriliyor.

Bir şeyin altını çizmek lazım, teminat mektubu sorununa geçmeden evvel: Bankaya müracaat eden inşaat firmasının belirli kriterlere gayet tabii sahip olması lazım. Nedir bu kriterler? Çok özetle söylemek gerekirse, finansal tablolarının iyi olması lazım. Talip olduğu işten, bir defa kendi bilgisi ve tecrübesiyle yapabileceği bir iş olması lazım. O işten mantıklı bir kâr bekliyor olması lazım ve firmanın moralitesinin de iyi olması lazım. Ancak firma bütün bu kriterleri tamamladığı halde bankadan teminat mektubunu sağlayamıyor ve sırf bu sebeple çok başarıyla yapacağı, gerek yurt içinde gerek yurt dışındaki işi kaybediyorsa, işte teminat mektubu sorunu ve üzerinde çözüm bulmaya çalıştığımız sorun bu oluyor.

Bu neden böyle oluyor? Ona da geçmeden bir teşhisimi de sizinle paylaşmak istiyorum. Bizim müteahhitlerimizin, belki 15-20’si -en üstteki, belki bu azcık daha fazla olabilir- bunlar zaman zaman bazı sıkıntılar yaşasalar da çok ciddi teminat mektubu sorunuyla karşılaşmadıklarını düşünüyorum. Çünkü bunlar o sorunla karşılaştıkları takdirde yabancı ortaklıklarla, bazen bankalar konsorsiyumunu kurarak bu problemin üzerinden gelebiliyorlar. Biz bu teminat mektubu sorununu daha ziyade bu en tepedeki 15-20 firmanın dışında kalan firmalarımız için cari olduğunu düşünerek görüşüyorum.

Şimdi, bankaya müracaat ettiğiniz zaman en büyük sorun, bankanın sizden gayrimenkul teminatı istemesi. Biraz evvel onu tespit ettik, yüzde 25 ila 30 arasında gereken bir teminat mektubu var. 100 milyon dolarlık bir işe talip oldunuzsa, bankanın buna karşılık vereceği teminat kadar sizden ipotek talebi var. 25-20 milyon dolarlık bir teminat talebiyle karşı karşıya kalıyorsunuz, gayrimenkul ipoteği şeklinde. Sanayicilerimiz hizmet firmaları, öyle birikimleri yok. Kazançlarını zaten böyle gayrimenkule yatırdılarsa onlar azcık zaten kulvar değiştiriyor gibi oluyorlar. Olduğunu varsayalım, bundan evvelki banka taleplerinde ve mektup taleplerinde bunlar zaten ipotekli oluyor. Bir başka şeyi daha söylemek lazım: Diyelim ki serbest malı da var, bu yüzde 30’luk şeyi bankayı ipotek ettiği takdirde, böyle 100 milyon dolar mertebesindeki işler muhtemelen iki sene, üç sene devam eden işler. Hatta mektupların çözülmesi dört-beş senelere kadar gidebiliyor. O zaman bu süre zarfında -başka gayrimenkul de kalmadı- başka hiçbir iş almaması gerekiyor. Halbuki hep biliyoruz ki rantabl bir inşaat işletmesi yapabilmek için ve çok değerli personelinizi muhafaza edebilmek için bir proje devam ederken, o projenin belirli bir bölümünde açığa kalmış elemanlarınıza, malzemenize ve ekipmanınıza başka işler bulmanız lazım. Demek ki bu teminat sorunu ve teminat istenmesi başlı başına bir sorun oluyor.

Bu dışarıda nasıl hallediliyor? Dışarıdaki bankalar firmanın kendisine değil, projesine krediyi veriyorlar. Biz bunu firma olarak biz de bir iki işimizde paylaştık. Banka geliyor sizin projenizi, para akışınızı, programınızı, beklediğiniz kârlılığı tespit ediyor ve o projeyle ilgili tüm teminat mektuplarını vermeyi peşin taahhüt ediyor. Ve taahhüdü sadece teminat mektubuyla da sınırlı kalmıyor. Biraz evvel bahsettim, akreditifler gerekebiliyor, banka o akreditifleri açmayı üstleniyor. Hatta köprü kredisi şeklinde gerektirecek nakit kredileri de ödemeyi kabul ediyor. O nakit krediler niye gerekebiliyor? Maatteessüf bugünün çok sert şartlarında, rekabet şartlarında ve para ödemesi iyi olan ülkelerde kârlılık mertebeleri yüzde 8-10’larda. Bu ülkelerde yüzde 10’a varan retaintion, yani nakit teminat kesintileri de olabiliyor. Öyle bir durumla karşılaşıyorsanız, bu en azından şu demek oluyor: Kârınızı ancak iş bittiğiniz zaman alabilecekseniz, o zaman işin akışı sırasında ihtiyacınızı duyacak ufak rakamlar için gerekli bir nakit kredileri doğuyor. Firma daha baştan bu nakit kredilerini de ödemeyi taahhüt etmiş oluyor. Buna mukabil siz de o projeyle ilgili olan bankacılık işlemlerini, işte akreditif açılmalar, avansın kullanılması sırasında tamamını kullanamıyorsanız onun bir bankada programına göre kullanılabilmesi için orada bırakılması, teminat mektuplarının alınması, bütün bankacılık işlemlerini o bankadan geçiriyorsunuz. Dolayısıyla banka da sadece verdiği teminat mektubu karşılığında bir komisyon almak yerine, bu yan hizmetlerden de nemalanmış oluyor ve iyi bir iş birliği teşekkül etmiş oluyor.

Ben, Müteahhitler Birliğimizden Halk Bankamızın böyle bir proje ünitesi teşkil etmekte olduğunu yahut ettiğini duydum. Bunu diğer bankalarımızın da yapmasını diliyorum. Fakat burada bir konuya da dikkat çekmek istiyorum. Şimdi, teminat alınmadan bu tamamen projenin kredilendirilmesi şeklinde verilen bir kredi, bahsettiğim gibi. Bu şekilde bir kredi bizim bankalarımız verirlerse ve bu kredinin geriye dönüşünde bir sorun yaşanırsa, o zaman mevcut mevzuat dahilinde bankacılarımız zimmetle suçlanabiliyorlar. Onun için, bu hususun da dikkate alınması ve o yöne yönlendirecek olan bankalarımız üzerinden de bu tehdidin kaldırılması gerekiyor.

Şimdi, projede teminata yönelmek ve böyle bir proje değerlendirmesi yapmadan teminat mektubunu vermenin bir de yan zararı oluyor. Ona sayın bakanlarımız da işaret ettiler. Teminatı sağlıyor ise, o işi yapması çok şüpheli olan bazı firmalar da teminat mektubuyla gidip dışarıda -onu azıcık üzüntüyle de takip ediyorum- yapabilecekleri rakamın üzerinde taahhütlere giriyorlar. Bu, ilerisi için ciddi sorun yaratabilir. Ama bu kredibiliteyi dışarıya gidecek müteahhitlerin sınırlandırılmasını da ben gene bu bankaların kuracakları, nasıl isimlendireceksek bu proje değerlendirme üniteleriyle yapılması gerektiğini düşünüyorum. Şimdi, hep birlikte yaşadık, daha evvel de gene çok tartıştığımız konulardan biridir bu. İş yapamayacak arkadaşların dışarıya gitmelerini engelleyelim… Ama nasıl engelleyeceksiniz? Bunu bir ara Dış Müteahhitlik Derneği de üstüne almaya çalıştı. O zaman şöyle sorunlar orta yere çıkıyor: “Hür teşebbüsü engelliyorsunuz, teşebbüs gücünü sınırlıyorsunuz” diyorlar. Onun dışında, “Haksız rekabet yaratıyorsunuz” diyorlar. Demek ki onun bir de bu tarafı var. Onun için, bunu, bu proje değerlendirme kısımlarını kuracak bankalar kanalıyla yürütmenin gene en uygun bir çözüm yolu olabileceğini düşünüyorum.

Şimdi, demek ki birinci sorun olarak alamıyoruz teminat mektubumuzu, bankaların çok yüksek ve gayrimenkule dönük teminat istemeleri. Proje değerlendirmesini yapmamaları ve projeye yönelik olarak bir kredi vermeye yanaşmamaları. Bunun mahzuruna da işaret ettik. Yabancı firmalar oraya gidiyor.

Bir başka sorun, maatteessüf diyeceğim, bankalarımızın bugün yüzde 50 belki daha fazlası yabancı bankaların eline geçti. Bu bankalar taahhüt sektörümüze sıcak bakmıyorlar. Taahhüt sektörünün gerektirdiği, nispeten daha uzun krediler yerine, çok daha kısa sürede dönecek krediler vermeyi tercih ediyorlar.

Bunun dışında bir şey daha söyleyeyim: Bir de bizim bankalarımız –bunu merak ederek baktım- gayrinakdi kredilerde çok hevesli değiller. Şöyle bir rakam tespit ettim: 2001 yılında bankaların verdiği gayrinakdi kredilerin toplamı 38 milyar TL, o sene nakit kredilerin toplamı da yuvarlak rakamlarla 38 milyar TL. Bu 2001 yılında nakit teminatlar 380 milyar olmuş, buna mukabil gayrinakdi krediler 127 milyarda kalmış. Demek ki bankalar sistemimiz de gayrinakdi kredilere çok olumlu ve sıcak yaklaşmıyor. Bunu bir başka misalle de tespit edebiliyoruz: Gayrinakdi kredi veren bankalarımıza baktım, bunların başında Yapı Kredi geliyor, arkadan Garanti Bankası, ondan sonra İş Bankası geliyor, dördüncü sırada bu katılım bankalarımız geliyor peş peşe. Halbuki katılım bankalarımıza gelinceye kadar, ne kadar büyük bankalarımız var. Bunlar demek ki gayrinakdi kredilere, özellikle inşaat sektörünün gerektirdiği uzunca vadeli gayrinakdi kredilere o kadar sıcak bakmıyorlar.

Şimdi, bu zorlukları aşarak müteahhidimiz banka teminat mektubunu aldığı zaman, bu mektubun bir de dışarıda kabul edilmesi durumu orta yere çıkıyor. Dışarıdaki bankalar Türk mektuplarını alırlarken evvela Türkiye riskinden bahsedebiliyorlar, diyorlar ki: “Evet, biz çalışıyoruz, o bankayla da ilişkilerimiz iyi. Fakat Türkiye riski dolu.” Türkiye riskinde de Türkiye'ye çok büyük haksızlık yapıldığı görüşündeyim. Türkiye'nin reytingi BB- Bu BB- limit, bizi Cezayir’in, Mısır’ın arkasına koyuyor. Hatta bir not aldım, bizi Zaire ve Gabon gibi ülkelerle aynı gruba sokuyor. Buna mukabil bir başka mukayese yapıyorum, mesela Kazakistan, ki bankaları bana kalırsa çöktü ve çok ciddi kesintiler oldu. Kredi reytingi BBB, yani üç B artı 1. Neredeyse ülke satışa çıktı, İzlanda’da çok yakın tarihe kadar 3 B, artı 1 reytingi. Bütün bankalarının çöküşlerine rağmen, Amerika'nın reytinginde bir düşüş duymuyoruz. Yani burada da üzerinde durmamız gerekli bir şey, çünkü bu bizim Türk bankalarının mektuplarının yahut da işte çalışmalarının dışarıda sınırlanması demek oluyor. Bu tespit edilen yüzdenin üzerinde bir işlem yaparlarsa, yaptıkları işlem üzerinden yüzde 25 mertebesinde provizyon ayırmaları gerekiyor. Dolayısıyla ya tamamen imkânsız oluyor yahut da fevkalade ciddi maliyet artışlarıyla ancak bunu yapabiliyorlar.

Bir başka şey, daha evvel temaslandı, müteahhitlerimizin ılımlı baktığı ülkelerle bankaların ılımlı baktığı ülkeler her zaman çakışmıyor. Bazen bizim hükümetlerimizin yahut devlet büyüklerimizin işaretleriyle yönelinen ülkeler bankalar bakımından riskli bulunduğu için kabul görmüyor. Öyle bir durumda zaten sizin müteahhit olarak yapabileceğiniz fazla bir şey kalmıyor. Ben bu konuda yakın tarihlerde Afrika’nın özellikle Sahra güneyinde, işte Kenya, Gana, Uganda gibi ülkelerin Türk müteahhitlerinin dikkatini çekeceğini ve o tarafa doğru, yani böyle münferit hareketlerin dışında, daha fazla müteahhidimizin oralarda çalışır hale gelebileceğini düşünüyorum. Ama gayet tabii gene teminat mektubu sorununun ve o ülkelerle olan bankacılık ilişkilerinin de toparlanması lazım.

Şimdi, bazen de banka Türkiye riski de tamam, bankanın karşı bankayla olan riski dolmuş oluyor. Karşı taraftaki banka Türkiye'de bir bankaya işaret ediyor, sizin o bankayla kredi ilişkiniz yok. Yani bunları toparlar isek, hakikaten çok başarıyla yapacağınız, çok prestijli projelere, sırf mektubu götüremediğiniz sebebiyle alamıyorsunuz bile, hatta işin ihalesine bile giremiyorsunuz.

Mektubu alabiliyorsanız, bu onayları sağlayabiliyorsanız ve başarıyla da oranın mektubunu da dışarıdaki idareye götürebiliyorsanız, bu defa da -gene çok değerli konuşmacılar işaret ettiler- beş altı kattan az olmayan bir fiyat farkıyla karşı karşıya geliyoruz. Bugün artık çok iftiharla görüyorum, pek çok ihalede artık başka Türk firmalarıyla değil, dünyanın çeşitli ülkelerinden gelmiş firmalarla mücadele ediyoruz. Bizim bu teminat maliyetlerimiz çok ciddi yüksek. Bunların nihai olarak yüzde 1,5-2 gibi rakamlara tekabül ettiğini düşünsek işin teklif bedeli üzerinden, bu hakiki olarak bir ihaleyi kaybettirici yahut kazandırıcı bir rakam olabiliyor. Çünkü bazı ihaleler yüzde 1’in altında rakamlarla kaybedilebiliyor yahut kazanılabiliyor.

Peki, bunları tekrar toparlarsak, ne öneriyoruz, nasıl bir çözüm yolu olabilir? Bir tanesi, söyledik, bankalarımızın bir proje birimi kurmaya yönlenmeleri lazım. Bu proje birimine yönlenirken burada kanuni birtakım engeller olabilir. O engellerin ortadan kaldırılması lazım. Eximbank daha aktif olarak devreye sokulabilir. Eximbank dışarıda kontrgaranti kabulünde bir türlü devlet desteğinin de arkasında olduğu belirtilerek bir güçlü konuma belki getirilebilir. Kesinlikle Ziraat Bankası, Halk Bankası, Vakıfbank gibi büyük bankalarımızın -ki bunların gayet geniş muhabir ağları da var dışarıda- dış taahhüt sektörüne daha fazla kaynak ayırmaları lazım. Biraz evvel tekrarladım, üç tane banka saydım, ondan sonra katılım bankaları giriyor devreye. Bu büyük bankalarımız sırada değiller. Halbuki en başta olmaları gerekiyor.

Devlet büyüklerimizin, bakanlarımızın, belki büyükelçilerimizin dışarıda yaptıkları her temaslarda bizim bankacılık sisteminin gücünden, özellikle de bu krizde bu ispatlandı. İsmi büyük koca bankalar yok olurlarken, bizim banka sektörümüz dimdik ayakta kaldı. Ama bu reytinglere intikal etmedi. Onun için, bunun altını çizmelerinde, hatta bankalarımızın mektuplarının idareler tarafından direkt olarak kabulünü sağlamalarında, ısrarlı takiplerini -belki hemen sonuç vermeyebilir- ama bu ısrarlı bir takip olarak devam ettirilmelidir.

Bir baka kanuni düzenlemenin de tekrar şunda yapılabileceğini düşünüyorum: Bankaların bir sermaye yeterlilik rasyoları var. 100 liralık bir kredi verdikleri zaman bu 100 lira sermaye yeterlilik rasyosuna 100 olarak giriyor. Fakat gayrinakdi olur ise nakit çıkışı olmadığı için bu hesaplara evvela 50 idi, sonradan 40’a indirildi, 40 olarak intikal ediyor. Fakat bu rakamın çok yüksek olduğunu düşünüyorum. Çünkü teminat mektuplarımız, gerek içeride gerek dışarıda yanmıyor. Geçen toplantıda da ben bunu bizim birliklerimizden rica ettim -bu konu araştırılabilir- benim kanıma göre yanan teminat mektubu sayısı yüzde 1’ler civarında belki değildir bile inşaatta. Buna mukabil yüzde 40 karşılık ayrılıyor. O yüzden bu kanuni düzenlemeyi de o bakımdan yapmak lazım.

Öneri olarak benim düşünebildiğim ve derleyebildiklerim bunlar.

Sabırla dinlediğiniz için teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum.

BAŞKAN – Sayın Birgili’ye, verdiği bilgilerden dolayı biz de teşekkür ediyoruz.

Söz sırası, Sayın Ayhan Yavrucu’nun.

Sayın Yavrucu, “Yurt Dışında Yaşanan Rekabetin Sonuçları” üzerine görüş bildirecek.

AYHAN YAVRUCU (Alsim Alarko Genel Koordinatörü) – Sayın Cumhurbaşkanım, sayın bakanlarım, çok değerli müteşebbis ve müteahhit arkadaşlarım ve değerli katılımcılar; Sayın Cumhurbaşkanım, cumhuriyetin seksen altı yıllık gelişin serüvenini ve bu serüven içerisinde müteahhitliğin rolünü gayet güzel özetledi. Aslında bize de çok söylenecek fazla bir şey kalmadı.

Efendim, Sayın Cumhurbaşkanımın da belirttikleri gibi, müteahhitlik zor zanaat. Hakikaten dünyanın, bana sorarsanız biz Alarko Grubu olarak birçok dalda faaliyet gösteriyoruz, müteahhitlik sektörü bunlar içerisinde gerçekten en zor olan dal. Riskleri en fazla olan, her ne kadar şöyle bir laf var: Risk rivord, bu doğru gibi gözüküyorsa da genel olarak, müteahhitlik sektöründe bunun pek de o kadar kolay olmadığı ve çok ciddi, özellikle yurt dışına açıldığımızda, özellikle yurt dışı projelere doğru yol aldığımızda bunun çok önemli bir problem haline geldiğini yaşayan arkadaşlarımız birebir mutlaka biliyorlardır.

Bir tespiti iyi yapmak gerekir: Türk müteahhitlik sektörü ne kadar gelişmiş olursa olsun, biz henüz konum itibarıyla bizden daha gelişmiş ülkelerde başarı çıtasını çok üst düzeye tırmandırabilecek donanıma sahip değiliz. Bunun bir kere altını çok iyi çizmek lazım. Bunu bilfiil Almanya'da yaptığımız işlerde, İngiltere’de yaptığımız işlerde yaşadık ve gördük. Oradaki müteahhitlik sektörünün davranışı, oradaki uygulanan kuralların bize karşı açılımı gerçekten Türk müteahhitlik sektörünün bu gelişmiş ülkelerde başarı elde etmesinde önemli bir handikap oluşturuyor. O nedenle bizim daha çok Türk müteahhitlik sektörü olarak gelişmekte olan, bizim düzeyimizde ve bizden daha aşağı düzeyde olan ülkelere doğru yönlenmemiz rekabet açısından kaçınılmazdır. Yoksa gelişmiş ülkelerde rekabet koşullarının olağanüstü, özellikle bizim tür ülkelerden gelen müteahhitlere uygulama şeklinde ciddi problemler olduğunu 1990’lı yıllarda Batı Avrupa ülkelerinde yaptığım müteahhitlik sektörlerinde gördük ve oradan, benim bildiğim, para kazanarak dönmüş Türk müteahhidi yoktur. Benim bildiğim yoktur. Hepsi ciddi zararlarla gelmiştir. Gelişmiş ülkelere Türk müteahhitlik sektörünün katkısı olarak kalmıştır. O nedenle, Sayın Cumhurbaşkanımızın ikazı çok yerindedir. Kaynaklarımız kıttır, bu kaynakları gelir getirecek şekilde kullanmamız gerekir. Anadolu’da bir deyiş var, lafım meclisten dışarı, teşbihte de hata olmaz, özür dileyerek söylüyorum: Akılsız iti yol kocatır. Biz yolda kocamamak için aklımızı iyi kullanacağız ve gerçekten gelir getirecek, kazanç elde edecek alanlara, ülkelere doğru yönlenmemiz gerekir. Benim bugüne kadar ki Alarko’da otuz üç yıllık tecrübemde gördüğüm de şu: Biz, bizim seviyemizde ve bizden aşağıda gelişmişlik düzeylerinde olan ülkelerde başarılı olabiliriz. Daha üst düzeye çıktığımız ülkelerde ben başarı çıtasının o kadar da kolay olmadığını, çok ciddi problemler yaratacağını bilfiil yaşayarak gördüm. O nedenle, rekabette bilfiil üzerinde durmamız ve önem vermemiz gereken konunun bu olduğuna inanıyorum.

Bir diğer konu, bizim ülkemizde maalesef –Sayın Başkanımız da söyledi- standartlar yok. Yani bugün bir berberin berberlik belgesini alabilmesi için, ta çıraklığından itibaren, belki de lonca sisteminden kalan bir gelenekle takip etmesi gereken yol var. Müteahhitlikte böyle bir şey yok. Çantasını alan herkes müteahhit olabilir. Hele bir de, biraz önce Sezer Beyin bahsettiği teminat mektubunu bulabiliyorsa, hiç mesele yok. Bu, çok ciddi problemler yaratıyor. Son şahit olduğum bir olay: Yurt dışında küçük bir proje, öyle çok da büyük bir proje değil, bir yol işi, 80 milyon dolar. 14 tane Türk firması var, aşağı yukarı 16 tane de yabancı diğer ülkelerden gelen firmalar var, 30 firma gidiyor, bunun 14 tanesi Türk. Şimdi, burada hiçbir kimsenin ekmek yemesi mümkün değil. Yani yurt dışı koşulları iyi değerlendirmeden, orada iş yapım şartlarını iyi bilmeden, orada çalışma şartlarını iyi bilmeden, yani sigortasını, vergisini, gümrüğünü, bunları iyice hesap etmeden giden bir sürü müteahhit, fiyatların oldukça aşağı seviyelerde teşekkül etmesine yol açıyor ve bundan dolayı ne kendisi para kazanabiliyor ne de diğer müteahhitlerin iş yapma potansiyelinin fiili duruma geçmesine imkân veriyor. Böyle olunca, artık Türkiye bu düzeye geldi. Yani 26 milyar, 23 milyar dolar mertebesinde iş yapan ve 50 milyar doları hedefleyen bir ülkenin müteahhitlik sektörünün mutlaka belli kurallara bağlanması gerekir. Bu kurallara bağlanmadığı takdirde biz iş yaptığımız ülkelerin işverenine para kazandıran, elindeki kıt kaynakları… Çünkü bizim kaynaklarımız bol değil. Biz ülke olarak zengin bir ülke değiliz, zenginleşme yolunda olan bir ülkeyiz. En önemli kaynağımız da insandır. Bugün para dünyanın her tarafında -biz ekonomik krizlere göre düşünmeyelim- var. Bugün para bulunabilir. Ekipman dünyanın her tarafında var, ekipman bulunabilir. Ama yetişmiş insan gücü bugün dünyanın da Türkiye'nin de en önemli sorunudur. Bütün bu eğitim kalitesinde, seviyesinde yükselmelere rağmen, insan kalitesi, gerek mühendislik düzeyinde gerek ara iş gücü düzeyinde oldukça önemlidir ve hâlâ da en önemli kıt kaynaktır. Dolayısıyla bu kıt kaynağı, yani birazcık aklımız var, birazcık paramız var, birazcık da zamanımız var. Bu üçü de bizde kıt. Bunları bizim çok, gerçekten ekonomik, rasyonel kullanmamız gerekir. Maalesef o konuda da çok rasyonel kullandığımızı zannetmiyorum.

Sayın Cumhurbaşkanımız bir soru sordular, dediler ki: “Bu kadar iş yapıyorsunuz da ne kadar kâr ediyorsunuz?” Bence müteahhitlik sektörü onu da açıklamalı. Yani bu kadar iş yapıyoruz da ne kadar kâr ediyoruz’u. Bu ülkenin gayrisafi millî hasılasına ne katkı yaptığımızı; bunun da açıklanması gerekir. Bunlar da üzerine bindiğinde, ben Türk müteahhitlik sektörünün bugün üçüncü sırada olduğu söylenen yerini birinci sıraya çıkartacağına çok eminim. Bizim müteşebbisimiz, bizim zaman, zemin limiti tanımayan çalışan insanımız, bu mühendisimizle, teknikerimizle, formenimizle de aynı şekildedir, gece gündüz, cumartesi pazar, bayram seyran dinlemeden gittiği ülkede olağanüstü zor koşullarda çalışan insanların ben başaramayacağı bir iş olduğuna inanmıyorum. Bugüne kadar aldığımız işleri, kârlı veya zararlı, alnımızın akıyla bitirdik. Ama zarar ettiğimiz tüm işlerde yönetim hatasından daha çok, rekabet koşullarının getirdiği, daha doğrusu irrasyonel rekabet koşullarının getirdiği olumsuzlukların sonucunu taşıdık. Yönetim hatalarımız mutlaka vardır, ama zarar ettiğimiz işlerde baktığımda, yönetim hatasının getirdiği faktörler -ki, müteahhitlik sektöründe bu kaçınılmazdır- yüzde 10’dur. Yüzde 90’ı yanlış koşullarda alınmış işlerin getirdiği olumsuz faktörlerin bilançoda zarar hanesine yansıması şeklinde olmuştur. Bu nedenle, gerçekten herhangi bir ülkeye giderken o ülkede iş yapım koşullarını çok iyi bir şekilde bilmek, bunu iyi etüt etmek. Malzemeyi nereden alacaksınız, orada iş gücünü nasıl götüreceksiniz, hangi prosedürlerden nasıl geçecek, gümrük nedir, hangi malzemeler nasıl getirilir nasıl götürülür, ekipman nasıl getirilir nasıl götürülür? Dolayısıyla vergi nedir, sigorta nedir, ileride karşılaşabileceğiniz sorunları daha baştan ciddi biçimde etüt etmediğimiz takdirde bunlar önümüze ileriki yıllarda çok ciddi zararlar ve büyük kayıplar olarak dönmek durumunda ve nitekim de dönüyor.

Bir diğer husus, bu dönem müteahhitlik sektörünün en fazla dikkat etmesi gereken dönem. Dikkat ederseniz, eğri taban noktasına dönmüştür. Bundan sonra bir çıkış başlayacak, ama üç ay sonra başlar, ama beş ay sonra başlar. Malzeme fiyatları fevkalade düşmüştür. Şu anda tüm ilk madde ve malzeme fiyatları, girdileri en düşük seviyededir. Bir bakalım, petrol nereye kadar gelmişti? Bugün 70 doları konuşuyoruz. Demir, 1 400 dolarları görmüştü, bugün 400-500 dolarlarla konuşuyoruz. Çimento fiyatları aynı şekilde. Bakır fiyatları aynı şekilde. Alüminyum, çinko fiyatları aynı şekilde. En yüksek fiyatlara tırmanmıştı, bugün geldiği noktalar, dünyadaki ekonomik kriz nedeniyle, en düşük düzeyde.

1   2   3


Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©atelim.com 2016
rəhbərliyinə müraciət