Ana səhifə

Ahmed hulûSİ’de kavramlar av. Asuman Bayrakçı kurân-keriM "B" meal iLÂveli yağmur


Yüklə 304.5 Kb.
səhifə1/4
tarix27.06.2016
ölçüsü304.5 Kb.
  1   2   3   4
AHMED HULÛSİ’DE KAVRAMLAR

Av.Asuman Bayrakçı

KURÂN-KERİM "B" MEAL İLÂVELİ

YAĞMUR


    • “İlim”

    • Özvarlığımızdan açığa çıkan bilinçli enerji

    • Birimi yönlendiren, belli bir olgunluğa-kemâle sürükleyen Rabbani özellikler

    • Rabbani kapasiteyi açığa çıkaran rabbani güç

    • Genetik yapımızı etkileyen farklı frekanstaki kozmik ışınımlar(belli dalga boyları)

    • Allah takdiri üzere ”Sünnetullah”ın işleyişini oluşturan Evrensel mânâlar yüklü Evrensel kuvvelerin (Allah isimlerinin-İlahi İsimlerin-Meleki Kuvvelerin-İlâhi kuvvelerin-"Sistem"in ana kuvvelerinin) birimin şuurunda açığa çıkışı

    • Esma açılımları

    • Enfüsi keşif ve fetihler

    • Birime ulaşan rahmet-manevi rızık-mânevi yardım-şefaat...



"İslâm Dini", bize ulaşan en büyük Rahmettir.

Tıpkı yağan yağmur gibi!

 


KOZMİK YAĞMURLAR

  • Ruhâni Yağmurlar

  • Esma açılımları

  • Enfüsi keşif ve fetihler

  DÜŞEN HER YAĞMUR DAMLASI
BİR MELEKLE İNER

Kâinatta varolan herşeyin özü ”MELEK”; onun üst sınırı, üst boyutu ”CİN” denen varlıkların oluşturduğu dar kapsamlı müşahade varlıkları ve onun da üstünde daha dar alanlı varlıklar vardır. Şu dünyada sadece insanlar var, güneş sisteminde-dünyada sadece insanlar var, başka gezegenlerde sistemlerde galaksilerde varlıklar yok sanmayalım.

Galaksi içindeki her yıldızda kendine has canlı şuuurlu varlıklar var, Allah’ın yarattığı.... Hiçbiryer boş değil. Ama biz onları algılayamıyoruz ve algılayamadığımız için yok sanıyoruz.

Makro plandaki varlıklar da Allah’ın esmasından meydana gelmiştir. Nasıl ki bu et kemik beden özünde özü itibariyle Allah’ın esmasından meydana gelmişse bu esma nuru melekûta dönüşmüş-melek varlıklar haline dönüşmüş ve o da nihayet maddeye dönüşmüşse; aynı şekilde yıldızlar, burçlar, takım yıldızlar denen şeyler, galaksiler dahi varoluşu itibariyle Allah’ın esma nurundan meydana gelmiş; madde olarak algılanan varlıklardır; orijini itibariyle meleklerdir.

Yeryüzünde depremleri melekler meydana getirir hadisindeki derûni mânâ işte bu anlattığımdır. Ama biz bunu anlayıp fark edemediğimiz için sanıyoruz ki yukarıdan kanatlı birileri geliyor, şöööyle kanadıyla bir tutuyor toprağı, deprem oluyor!!!

Hayır!

 Varlığın özündeki meleki güce veya bir diğer ifadeyle maddenin atomik yapısının altındaki enerji dağılımına dayanan bir olayı anlatıyor.



Düşen her yağmur damlası bir melekle iner” dendiği zaman biz düşünüyoruz sinek gibi bir melek su damlasını sırtında taşıyıp yeryüzüne getiriyor.

Hayır! Suyun, damlanın içindeki enerji potansiyeline yani dini ifadeyle MELEKİ GÜCE işaret ediyor. Ama biz anlamak istemezsek, söylenen sözün mânâsını incelemezsek," hadi canım bu zamanda buna mı inanıcaz?" der, gerçekleri  elimizin tersiyle iter, karanlık kozamızın içine kendi kendimizi hapseder; ondan sonra da niye bu karanlık kozada yaşıyoruz diye kendi kendimize ah ederiz!

 Demek ki, varlığımızda hem meleki boyut var hem şeytani boyut var. İşte varlığımızda bu meleki ve şeytani boyut olduğu içindir ki dışımızdaki afakımızdaki meleklerden ve cinlerden bize gelen ilhamlar şuuurmuzda değişik düşünceler ve fikirler olarak açığa çıkar. Biz içimizdeki düşüncemizdeki şeytani vasfını yok edersek, dışardan gelen o cinni şeytani fikirler bizde yansıyacak yer bulmaz; işte o zaman meleki hale döneriz; Evliyadan denen zâtlardan oluruz. Melekût boyutundaki yaşamı farketmeye başlayarak Allah’a karşı yakin elde ederiz. Kendimizi arıtmanın yolu, önce kendimizi tanımaktan geçer. Ben neyim, nasıl varlığım, benim aslım-özüm-hakikatim ne?...

 Özünü tanıdığın zaman, varlığındaki ALLAH'ı tanımış olursun! Ama hiçbir zaman h,içbir şekilde kendinle Allah’ı kayıt altına alma. Ben varım, ben Allah'ım demeye kalkma!



MELÂİKESİZ

BİR KATRE YAĞMUR BİLE DÜŞMEZ…



Hazreti Muhammed Aleyhisselâm'ın eline herhangi bir yazılı metin verilememiş olduğuna göre, kendisine vahiy getiren “melek” neyi “OKU”masını taleb etmişti?... Nasıl okuyacaktı ?

Şimdi anlatmaya çalışacağımız şeyleri, çok iyi anlamaya çalışalım...

Hazreti Muhammed, “HANÎF” inancına sahip olduğu için, bir tanrıya tapanlardan değildi. Bir..

İçinde yaşadığı sistemi ve bu sistemi meydana getiren GÜCÜ anlamaya çalışıyordu...iki...

Cebrail diye bildiğimiz meleğin vahyi ile kendisinde “OKU”ma özelliği oluştu... Üç..

“OKU”masını sağlayan özellik ve güç esasen kendisinde mevcuttu; fakat bunu kullanamıyordu... dört...

İşte bu şartlar altında Cebrail diye bildiğimiz “melek” ona "OKU" dedi...

O ise buna cevab verdi:

-”OKU”YAMIYORUM !..

Ve Cebrail isimli “melek” O'nu “sıktı” !..

Şimdi, önce bu noktayı iyi anlamak gerek...

Cebrail'in "sıkma"sından murad nedir?...

Cebrail, bizim gibi topraktan yaratılmış, yani maddi bedeni olan bir varlık olmadığına göre, bu "sıkma" işlemini nasıl anlıyacağız?

"Melek"ler, orijin yapıları itibariyle "NUR"dan varlıklardır...

"CİN"ler ise "NÂR"dan yaratılmış varlıklardır..

Yani, her iki varlık türü de, bilmekteyiz ki, maddi yapıya sahip değillerdir..

Ve her iki yapı da, bilmekteyiz ki, insanlar üzerindeki etkilerini, beyinlere yolladıkları “ışınsal impals”larla meydana getirmektedirler...

Bundan önceki kitaplarımızda, insan beyninin kozmik ışınlarla nasıl programlandığından sözetmiştik...

İşte kitaplarımızda anlattığımız tarzda, insan beyni her an cinni ve meleki etkilere açık vaziyette, sürekli olarak etki almaktadır..

Peki, öyle ise “Melek” nedir ?

Hamdi Yazır merhum tefsirinde şu bilgiyi veriyor:

"....Cinsi melâike, kudret ve tekvini ilahinin, VAHDETTEN KESRETE TEVEZZÜUNU ve onun tenevvüat ve taayyünatı mahsusasını ifade eden mebadii faile olarak mülahaza edilmek lazım gelir..

Ve kâinatta hiç bir şey, hiç bir hadise, hiç bir fiili hareket tasavvur olunamaz ki, böyle bir risâlet ile vaki olmuş olmasın....."

"...ve binaenaleyh melaikesiz bir hadise tasavvuru gayrımümkindir, melaikesiz bir katra yağmur bile düşmez...."(cilt: 1, sayfa:303)

"Şu da anlaşılır ki, melâikeye olan kelamIn hakikati ancak manadan ibarettir... Suverİ lafzIye ve ismiye değildir.." (C:1 s:316)



"Cenâbı Allah bütün sun'ı ilahisini böyle esbab ve hikemi hafiye rabt etmiştir. ..O bir şey murad ederse böyle yeni sebebler halkeder....Sebebi asli ve hakiki ancak O'nun iradesidir, Hikmet de onun lazımıdır..."(c:1 s:317)

İnsana, ruhun nefh edilmesinin manasıyla ilgili izah da şu; aynı eserde 321. sayfada:



"...Nefhi ruhtan murad hayyolması değil, hayyı natık olmasıdır.... Hakikatı adem nefsi natıkadır.. ve nefhi ruhun manası, nefsi natıkanın nefhidir..... Halkı Ademin Arzda olduğunda ittifak vardır..."c:1 s:321)

YAĞMURLAR

SENİN İÇİN YAĞMIYOR…



Her dem, bir olayla karşı karşıyasın…  Güneş senin için doğup batmıyor; yağmur senin için yağmıyor!.  Sen olayların içinde buldun kendini, elinde olmayan bir zaman ve ortamda. Olaylar kendi yolunda akmaya devam edecek!.

 

Buz, kar, yağmur, dolu, buhar  hep denizden gelir ve döner!.. Adları kalır yâdigâr.


BULUTLAR, YAĞMURLARINI

HAKİKAT-İ MUHAMMEDİ İÇİN BOŞALTIR...

ÖYLE İSE, ÖRNEK ALIP

DÜŞÜNSEL KİMLİĞİNİZLE YÖNELDİĞİNİZ-

İLETİŞİME GEÇTİĞİNİZ-ŞEFATİNİ BEKLEDİĞİNİZ,

"ALLAH RASÛLU" OLSUN…



 Allahümme salli salâten kâmileten ve sellim selâmen tâmmen alâ seyyidina Muhammedinilleziy tenhalü bihil ukadu ve tenfericü bihil kürebü ve tukda bihil havâicü ve tunalü bihir reğaibu ve hüsnül havâtimi ve yüsteskâl ğamamü bivechihil keriym ve alâ âlihi ve sahbihi fiy külli lemhatin ve nefesin biadedi külli ma’lumin lek.

 

Allahım, bütün düğümler kendisi ile çözülen, hüzün ve kederler kendisiyle izâle olan, hacetler onun sayesinde giderilen, arzulara ve güzel sonlara kendisiyle ulaşılan, kerim vechi hürmetine bulutlardan yağmur boşalan, Efendimiz Muhammed’e ve Onun aline ve ashabına, her an ve daim, sana mâlum olan şeylerin adedince, kâmil bir salât ile salât ve tam bir selâm ile selâm eyle...”



 

 Halkımız arasında çok bilinen bu salâvâtı şerîfeyi yeni öğrenmek isteyenler için buraya dahil ettim. Zor işleri, dertleri olanlar toplanıp aralarında okunma sayısını taksim etmek sûretiyle toplam 4444 kere bu salâtı okuyarak çare niyaz ederler. Çok tecrübe edilmiş ve murada nâil olunmuştur.

 


ÜZERİNİZE  “RUHANİ YAĞMURLAR”

(İlâhi kuvveler-Esma açılımları-Manevi rızıklar)

İRSAL EDER….

“NEHİRLER”(Rabbani İlimler)

MEYDANA GETİRİR…


 Ve dedim ki: “Rabbinizden magfiret dileyin... Muhakkak ki O, Gaffar’dır”.

 “Üzerinize Sema’yı (Esma mertebesini; ruhani yagmurları) yogun olarak irsal eder (salıverir)”.

Mallar ve ogullar ile (B sırrınca) size imdad eder, sizin için cennetler (Hakkani vasıflarla yasam) olusturur ve sizin için nehirler (Rabbani ilimler) meydana getirir”. (Nûh/10-12)

BEYİNLER “KOZMİK YAĞMUR”LA ETKİLENİR…



“GÖRÜYORUM“UN GERÇEK İFADESİ,

KOZMİK YAĞMURLA ETKİLENEN BEYNİMİN

“DEĞER YARGISI“DIR!

(“ALGILIYORUM”DUR!)



Beyin hücreleri, az önce de bahsettiğimiz gibi, bir bioelektrik akış ile faaliyet gösterirken, aynı zamanda kozmik yağmura da mâruz kalmakta ve böylece bütün bu etkiler, girdiler sonucunda çeşitli aktiviteler ortaya çıkmaktadır.

Her biri, tüm diğer hücrelerin yaptığı görevleri yapabilecek kâbiliyette ve 16.000 (onaltı bin) hücre ile bağlantı hâlinde 120 milyar hücre, beyin!.. Ve günümüz bilimine göre bu kapasiteye sahip beynin sadece yüzde yedi ilâ yüzde onikisini kullanabilen insanlar!..

Biz, bu yüzde yedi ile oniki arasında değişen oranı kullanırken, gerçekte, kelimelerle ifade ettiğimiz pek çok olay olmuyor beynimizde!..

Meselâ, görüyoruz, diyoruz... Oysa, beyinde görüntü ya da ses yoktur!.. Gerçekte, beyin içinde görüntü yoktur!. Beyin içinde sadece hücreler arasında bir bioelektrik akış söz konusudur.

Kozmik yağmur ile de etkilenen beynin, küçüklükten itibaren aldığı çeşitli programlamalar istikametinde yaptığı değerlendirmelere biz “görüyoruz” demişiz... “Görüyoruz”un gerçek ifadesi, “beynimizin değer yargısıdır”!. Bir diğer ifade ile “görüyorum”un anlamı “algılıyorum”dur!.. Ve gerçekte, doğrusu da bu ifadedir.

Çünkü, görme aracı ve kapasitesi değiştikçe “algılama”da değişir, algılamanın getirdiği değer yargısı da değişir!..

Esasen, beyin, bir yönüyle çeşitli frekanstaki dalgaları, kozmik ışınımı değerlendirerek, programı istikametinde yorumlayan değerlendirme mekanizmasıdır.


KENDİSİNE

KUVVETLİ BİR SAĞANAK YAĞMUR İSABET EDİP

YEMİŞLERİNİ İKİ KAT VEREN (Bi-)

TEPEDEKİ CENNETLER(Bahçeler)...

(Allah rızasını isteyerek/arayarak

mallarını infak edenlerin misali…)



Allah rızasını isteyerek/arayarak ve kendi enfüslerinden bir tesbit (rablerine ait bir özellik) ile mallarını infak edenlerin misaline gelince; kendisine kuvvetli bir sağanak yağmur isabet edip de yemişlerini iki kat vermiş (Bi-) tepedeki cennet’e/bahçeye benzer... O’na (böyle bir tepedeki bahçeye) bol yağmur isabet etme se bile, (onun yemiş vermesi için) bir çise/nem olur/yeter... Allah yapmakta olduklarınızı (B sırrınca; onların hakikatı ve meydana getiricisi olarak) Basıyr’dir. (Bakara/265)

Sizin biriniz ister mi ki hurmalardan ve üzümlerden bir cennet’i/bahçesi olsun, altından nehirler aksın, içinde her meyvadan olsun da kendisine ihtiyarlık isabet etsin ve zayıf zürriyyeti olsun... (Derken) ona (o bahçeye) içinde nar/ateş olan bir bora isabet etsin ve (o bahçe baştan başa) yanıversin...

ALLAH, ÖLÜ BİLİNÇLERİ

"HAKİKAT İLMİ" İLE DİRİLTİR(Bâ’s eder)

(Ruhani Diriliş)

(Manevi Diriliş)



Ey insanlar!.. Eğer ba’s’dan (ruhani dirilişten) şüphe içinde iseniz, (bilin ki) doğrusu biz sizi bir topraktan, sonra bir nutfe (su, sperm)’den, sonra bir alaka (donmuş kan, genetik yapı, embriyo)’dan, sonra muhalleka (şekli-yapısı-azaları belli, fiziksel hılkatı tam) ve gayrı muhalleka (belirsiz) bir mudğa’dan (bir çiğnem et’ten) yarattık, ki (nefh-i ruh ile) size açık seçik beyan edelim... Dilediğimizi muayyen bir ecel’e kadar rahimlerde tutarız, sonra sizi bir tıfl (çocuk; seyr-i süluk geçirmemiş) olarak çıkarırız, sonra kemale erme çağınıza (bulüğ çağı ve sonrasına?) ulaşmanız için (gerekeni sağlarız)... Sizden kiminiz vefat ettirilir ve sizden bazınız da ilimden (bilmekten) sonra bir şey bilmesin (akletmesin) diye erzel-i ömür’e (ömrün en rezil, en aşağı, en aciz çağına) reddolunur... Arz’ı, hamide (hayat olmayan, hiç bir şey bitmeyen, ölü olarak) görürsün... Fakat biz onun üzerine o suyu (ilmi) inzal ettiğimizde, titrer/harekete geçer, kabarır ve her güzel çiftten nebat bitirir.

Bu böyledir, çünkü Allah, O Hakk’dır (daim-ebedi gerçektir)... Muhakkak ki O, ölüleri (hakikat ilmi ile) diriltir... Çünkü O, herşey’e Kadiyr’dir.

Ve o saat (ölüm, vefat) muhakkak gelecektir, onda hiç şüphe yoktur... Ve muhakkak ki Allah, kabirlerde olan bilinçlileri ba’sedecektir.

İnsanlardan kimi de Allah hakkında Bi-gayri ilim (ilimsiz, mesnedsiz), huda’sız (rehbersiz) ve aydınlatıcı bir kitab’ı (vahyi bilgi) olmaksızın mücadele eder.

KENDİLERİNE

(Ölümünden sonra Arz’ı dirilten) YAĞMUR(İlim)

İNDİRİLMEDEN ÖNCE

ÇARESİZCE ÜMİT KESİP SUSANLAR İDİLER



Allah O’dur ki, rüzgarları irsal eder de ( o rüzgarlar) bulutları sürer/kaldırır (isler,yükseltir?); onu nasıl isterse öylece Sema’da bast eder (yayar, genisletir) ve onu (n kalıplarını) parça parça kılar; böylece vedk’ın (yağmur’un/damla damla yağmur yağışı’nın?) onun aralarından çıktıgını görürsün... Onu (B sırrınca) kullarından dilediğine isabet ettirince, bir de bakarsın ki onlar müjde edilen ile neselenip seviniyorlar. Halbuki bundan önce, kendilerine (yagmur; ilim) indirilmeden önce elbette mublisiyn (çaresizce umit kesip susanlar; iblisler) idiler . Allah’ın rahmetinin eserlerine bak, ölümünden sonra Arz’ı nasıl diriltiyor?.. Muhakkak ki iste O, ölüleri elbette Muhyi’dir... O, herseye Kadiyr’dir. (Rûm/48)

EĞER YAĞMUR

VERİMLİ TOPRAĞA  RAST GELİRSE…



DİLEDİĞİNE HESAPSIZ RIZIK VERİR.” (2-212)

Âyetinde bu incelik vardır.

Efendimiz yağmurun yağdığı üç çeşit topraktan bahsetmişti. Yağmur, yağarken, hiçbir şeyi diğerinden ayırmaksızın, hepsine eşit şekilde yağar!

Eğer bu yağmur kayaların üstüne rastgelirse üstünden akıp gider, çünkü kaya ve taşların istidadı suyu emmek değil, üstünden akıtmaktır.

Bazı topraklar da vardır ki, suyu muhafaza eder - havuz, kuyu gibi de halk onunla faydalanır, kendileri içerler, hayvanlarını sularlar, ekinlerinin sulanmasında yararlanırlar.

Bazen de verimli bir toprağa yağar ki, bu toprak suyu emer ve onunla nice nebatın yetişmesine vesile olur.

İnsanlarda fıtratlarına göre çeşit çeşittir.

Kimi hikmetten, yaradanın uyarılarından anlamaz, dinlemez!

Kimi onlardan yararlanır; ama ancak kendisini kurtarabilir, başkasına faydası olmaz!

Kimi de onlardan kendisi faydalandığı gibi, pek çok insanı dahi faydalandırır.

Öyle ise kendini şöyle bir kontrol et bakalım, bunlardan hangisine daha ziyade benziyorsun?


YÂR HANESİNDE YAĞMURA TUTULAN ÂŞIKLAR

ALTI ÇAMUR ÜSTÜ YAĞMUR İÇİNDE

MUTLUDURLAR


Soru: Aşkla muhabbet arasındaki mânâ farkı nedir?..)

Aşk, muhabbetin şiddetlisidir.

 (Soru: Aşkın daha şiddetlisi ne demektir?)



Aşkın daha şiddetlisinde bir şey kalmaz ortada!. Aşk, zaten bir ateştir, Olduğu yeri yakar yıkar, gerisi de kalmaz.

(Soru: Haşyet diyemez miyiz o zaman?)



Hayır! Aşk ayrı şey, haşyet ayrı bir şeydir.

Hiç alâkası yok birbirleriyle!. Ayrı kavramlardır, Aşk ve Haşyet!. İkisi de ayrı özelliklere sahiptir.



Aşk, âşık olanı, kendi varlığını yok etmeye sevk eder. Yani, öylesine seversin ki karşındakini, onun için her şeyinden geçersin. Sevdiğinde yok olursun…

Beğeni ayrıdır, sevgi ayrıdır.

Bir şey beğenirsin, beğendiğin şeye sahip olmak istersin!.

Seversen, sevdiğinin istek ve arzularında yok olmak mecburiyetindesin!.

Sevgi, aktığı kadarıyla kişide benliği yok eder.

Ne kadar çok seviyorsan, sevdiğin kadar karşındakine teslim olursun ve ondan razı olmak mecburiyetindesin.

Bu sevgi, aşk noktasına ulaştığı anda artık onun yanında senin istek ve arzuların sıfır noktasına düşer. Sadece, onun yanında olayım, yeter dersin, ne hâl ve şart içinde olursam olayım. Hani, diyor ya;

“Dün gece yâr hanesinde yastığım bir taş idi.

Altım çamur, üstüm yağmur, gene gönlüm hoş idi…”

İşte, o yâr hanesinde altı çamur, üstü yağmur, başının altında sadece taş var iken mutlu olmak, aşkın sonucudur. Bu, mutlak teslimiyete götürür.



KARŞILIKSIZ YAĞAN İLİM YAĞMURLARI

Manevi yardım

 İlim

ALLAH AHLÂKI



YAĞMURLARI KARŞILIKSIZ YAĞDIRIR

Besili, semiz, ama boynunda tasma izi olan köpekle, kuru kemikleri çıkmış kurdun konuşmasını dillendirmişlerdir! Tasmalıyla tasmasız arasındaki fark anlaşılsın için!.

Bazen kurtlar da tasmalanır takdiri ilâhi!

Ama tasmalar, asla takılamaz sonsuza dek, başkaları tarafından!. Birinin taktığı tasma er geç çıkar…

Ya senin kendine taktığın tasma!.

İşte onu bu dünyada çıkaramazsan tasmanı, ebeden çıkaramazsın boynundan!…



O elinle, beyninle, taktığın tasmanın adı “BEN”dir!

Bu tasmadan kurtulmanın yolu, diyetini vermektir!. Kendini kurban etmektir…

KURBAN KES”, hükmüne itaat edip, gerçekte varolmayan “BEN”ini (eneni) yok etmek; Bâki’ye Fâniyi kurban etmektir!.

Kâmiller, “al” elimi derler…

Kâmiller, karşılıksız verirler…

“Ben”le tasmalılar ise “ver” elini derler…

Verdiklerini başa kakarlar…

Karşılıksız, belki selâm bile vermezler!.

Allah ahlâkı odur ki…

Yağmuru karşılıksız yağdırır!. Havayı karşılıksız solutur… Gözü karşılıksız vermiştir güzellikleri seyredesin diye; eli karşılıksız vermiştir, güzeli tutasın, zevkine eresin, diye…

Ya Hulûsi hâlin nîcedir, Allah ilmini, dağıtırsın karşılıksız diye de; hâlâ, ne beklersin bu ilmin gereğini yaşasınlar diye!. Bu ilme vesile kılınmanın karşılığı olmaz mı? Derler…

De, öyle mi acaba?

Var mı, bir beklentisi Hulûsi’nin bu yolda!.

Biliriz ve dillendiririz ki…

Herkes kendisine takdir edileni yaşayacak ve bunun sonuçlarını da daha sonraki anda görecektir…



İnsanlar birbirlerine sadece onun takdirinde olanı ulaştırabilir; veren ise yalnızca Allah’tır!. Herkes, yaradılışında kolaylaştırılanı kolayca başarır; başaramadığı da takdirinde olmayandır!.

GERÇEK İLİM ADAMI

KARŞILIKSIZ YAĞMUR GİBİ HERKESİN ÜZERİNE YAĞAR



Olgun kişi, 

mevcûdâta hizmette   tefriki kaldırandır;



tıpkı yağmur gibi!.

 

 PARAnın MEKR olmasından daha büyük MEKR nedir bilir misiniz?



En büyük MEKR nedir bana göre onu söyleyeyim size...

İLİM dir!

Allah yoluna baş koyan insanlar için, eğer bu yola uygun yaşam biçimi oluşmazsa, ellerine geçen İLİM onlara MEKR olur...

Allah yolundayım diyen kişi eğer İLİM MEKRİNE uğramışsa bu nasıl anlaşılır?

Bilebildiğim kadarıyla arzu ederseniz onu anlatmaya çalışayım...

İlim sahibi olan kişi çevresindekilere o ilmi naklederken...

YALAN SÖYLİYEBİLİYORSA sıkıştığında...

DEDİKODU yapıyorsa...

İnsanlar arasında birleştirici değil gruplaştırıcı, ayırıcı oluyorsa...

Çevresindekiler ilmin vakarına değil laubaliliğe ve şaklabanlığa dönük

Kendisi ilmin gereğini yaşamıyorsa...

O ilimle insanların hizmetinde değilİ onlara hükmetme ve kendini tatmin etme mesabesinde ise...

Derim ki ben AHMED HULUSİ olarak, o kişi İLİM MEKRİNE UĞRAMIŞTIR; bunun farkında değildir.

Dostlarım bilin ki MEKRin en şiddetlisi İLİM MEKRİDİR!

İLMİN MEKR oluşu ne demektir?

İsterseniz bu konu üzerinde duralım biraz...

Allah Rasülü’nün açıklamasına göre ilim esas olarak ikiye ayrılır... Din ilmi ve Tıb ilmi...  

Tıp ilmi insanın sağlıklı yaşamı için gereklidir... Din=sistem ilmi ise insanın içinde yaşamakta olduğu ve yaşayacağı boyutları farkedip değerlendirebilmesi içindir...Yani ilim tahsili bu ikisine dönük olur...

Ancak bu ilimlerle uğraşanların amaçları farklı farklıdır...

Kimi bu ilimlerle uğraşır, para kazanmak için... Kimi isim yapmak nam kazanmak için... Kimi de varlığın ve kendinin hakikatını anlamak için...

Din ilmi”, bildiğimiz bütün ilimleri kapsamına alan genel isimdir.

 Hangi ilimle uğraşılırsa uğraşılsın, sonuçta Allah adıyla işaret edilenin yaratmış olduğu SİSTEM ve DÜZEN ile ilgili birşeyler öğrenilmektedir...

 Kişi içinde yaşadığı sistem ve düzeni ne kadar tanırsa, bu sistem ve düzenden yararlanması o kadar mümkündür…

Hangi ilimle uğraşılırsa uğraşılsın, sonuçta Allah adıyla işaret edilenin yaratmış olduğu SİSTEM ve DÜZEN ile ilgili birşeyler öğrenilmektedir...

Şimdi varlıktaki canlıları bir düşünün... hepsi birbirinin yararına dönük olarak çalışmakta ve yaşamaktadır, ister bunun farkında olsun ister olmasın...

Bu mahlûkat içinde istiyerek verme özelliği olan tek tür ise İNSAN türüdür...O başkalarına bir şey kazandırmak için karşılıksız verebilmek yetisine sahiptir...

İnsanın bu karşılıksız verebilme özelliği, Allah için verme diye tanımlanmıştır...

Bir insan, ilmini insanlarla karşılıksız olarak paylaşmıyorsa; para, pâye, ünvan, saygı vs. vs. bekliyerek onlara açıklıyorsa o kendi hakikatına yazık ediyordur!

Gerçek ilim adamı, yağmur gibi herkesin üstüne yağar... Bir kısım insanları kendine seçip onlara açıklayıp, diğerlerinden esirgemez...  

Yalan söylemez; dedikodu yapmaz, insanları arkalarından çekiştirmez; gıybet etmez; iftira kavramını bilmez!

İlim sahibi bilir ki, herkes her şeyi FITRATI kadarıyla değerlendirebilir; dolayısıyla kimseyi kınamaz, küçük görmez!

Din’i dedikodu; dedikoduyu din edinmez!

İlim, insanın öncelikle kendi araştırmacılığını ve gerçeği bulma arzusunu tatmine yönelikse, çıkar için tahsil edilmiş olur.

Ben 35 yıldır bu ilimle uğraşıyorsam ve daha yaşadığım kadar uğraşacaksam nasipse; bunu sırf kendim için yapıyorum; öğrendiklerimi de kendime saklamayıp, karşılıksız olarak tüm insanlıkla paylaşıyorum.

Bunlar doğru veya yanlış olabilir ama benim çalışmalarımın mahsulü budur işte!

Ama bir kişi elde ettiği bilgileri nakde tahvil ediyorsa bir kişi bu onun için biraz sorun getirecek demektir sistem gereği!

Şimdi bir kişi kendini bilgili görüp, âlim sanıp, diğer yandan da yalan söylüyorsa, dedikodu yapıyorsa, insanlarla uğraşıyorsa, gıybet ediyorsa, pâye bekliyorsa, o kişi ilim yollu MEKRE uğramış demektir!

İlim sahibi SİSTEMİ ve FÂTIR’ı bildiği için bunların hiç birini yapmaz!

Birleştiricidir; parçalayıcı-bölücü değil!

Hoşgörülüdür; azarlayıcı değil!

Herkesi inancı gereği davranışlarda serbest bırakır; zorlayıcı değil; iş ki başkalarına zarar verici olmasın!

Evet dostlar... Yaşamımıza bakalım...

Hayatımızda, hiç yalan söylemediğimiz kaç kişi var?

Hiç dedikodusunu yapmadığımız kaç kişi var?

Hiç gıybetini yapmadığımız kaç yakınımız var?

Öyle ise soralım kendimize ne kadar dürüstüm, diye...

Kişisel çıkarları için yaşayan ve en yakınlarına bile yalan söyliyecek kadar enteresan bir yaşam süren bizler...

Alim miyiz? Evliyadan mıyız? Mertebemiz nedir? Ne bekliyoruz hayattan?

Gerçekçi olmak çok zordur!

Kendini aldatmamak ise hiç kolay değildir!

Kim olursanız olunuz, lûtfen gerçekçi bir şekilde mercek altına koyup seyrediniz kendinizi... Ne kadarıyla kendiniz için yaşıyorsunuz; ne kadarıyla çevrenizdekilere birşeyler kazandırmak ve bunu karşılıksız yapmak için yaşıyorsunuz?

YAĞMUR DUASI




YAĞMUR DA,

MAKROKOZMOSTAN MİKROKOZMOSA KADAR

GEÇERLİ OLAN AYNI SİSTEM VE DÜZEN GEREĞİ

DENİZDEN GELİR VE DÖNER



Evrende galaksilerin belirli bir akış içinde olduğunu gözönüne alalım... Güneş sisteminin düzenli şekilde, bir noktadan diğer bir noktaya doğru akışına dikkat edelim... Suyun buhar oluşuna, bulut oluşuna, yağmur, kar, dolu oluşuna tekrar maddeye dönüşüne bakalım... Tohumun bir bitki, ağaç, çiçek, meyva ve tekrar tohum hâline gelişine bakalım... Ve kısa kesip, misâlleri fazla uzatmayalım...

Görüyorsun ki makrokozmozdan mikrokozmoza kadar tam bir düzen mevcut...

Buna, dileyen tabiat kanunu desin, dileyen ilâhi kanun; fakat ne isim verilirse verilsin, ortada mutlak kesin olan şey, bir düzenin ve sistemin varlığıdır...


BELLİ BİR BÖLGEDE,

YAĞMUR YAĞMASI İÇİN

BULUTLARI TOPLAYICI MANYETİK ALAN

OLUŞTURMA ÇABASI



DUA eden kişinin çevresindeki kişilerin beyin dalgaları, kendisininki ile birleşerek son derece güçlü dalgalar üretilebileceği gibi; toplu DUA’lar dahi büyük tesirler meydana getirir.

Bu sebeptendir ki Hazreti Resûl aleyhisselâm şöyle buyurur:

Üç kişi biraraya geldikleri zaman, birlikte ettikleri DUA’yı ALLAH geri çevirmez.”

Meselâ yağmur duası, belli bir gurup insanın, tek bir amaca yönelik olarak beyin dalgası üretmesi; yağmur yağması için o bölgede bulutları toplayıcı belirli bir manyetik alan oluşturma çabasıdır!

Bunun gibi, özellikle kadınların belli bir istek uğruna bir araya toplanıp şu kadar tesbih çekip, dua okuyup, o isteği talep etmeleri, hepsinin beyin güçlerini tek bir isteğe yönelik olarak odaklamalarıdır...

Eğer çok sayıda insan, ayrı ayrı topluluklar hâlinde bile olsa, aynı anda ve aynı isteğe yönelik şekilde belli bir konsantrasyondan sonra dua ederse, istekte bulunursa, büyük bir ihtimal ile o istek gerçekleşir.

Nitekim istiklâl savaşı sırasında çeşitli toplulukların, mevlid veya sair isimler altında yaptığı toplantılarda ettikleri dualar; yâni beyin dalgalarını tek bir gaye uğruna yönlendirmeleri ve odaklamaları, toplum üzerinde büyük mânevi güç oluşturmuştur...

Mânevi yardım” denilen şey, hep beyinlerin tek bir gayeye odaklanarak güç yaymalarından başka bir şey değildir.

 


TAŞ ÜZERİNE YAĞIP

AKAN GİDEN YAĞMURLAR



Sizin geçmişteki önderiniz, evrensel oluşların özet anlamları sadedinde 99 isim bildirmiştir ki, her beyinde, her hücre yetisinde bunları ortaya çıkartma özelliği vardır...

Ancak bu isimler, her beyinde değişik oranlarda ve güçte kendine has formüller şeklinde açığa çıkmıştır...

Şâyet, kişi, bu sistemi ve özellikleri bilen ehil bir kişiye rastlarsa; onun kendi beyin açılımına uygun olarak vereceği özel formülü tatbik etmek suretiyle; çok kısa sürede oldukça önemli gelişmelere ulaşır... Ama kendi beyin açılımına uygun özel formülle !..

-Ne kadarlık bir süre yâni ?..

-Eğer konuya ağırlıklı olarak eğilir ise, kendine has verilmiş özel formül ile eskilerin kırk senede aldığı yolu, o, iki senede katedebilir !..

-Peki, böyle bir kişiyi nasıl bulacağız ?..

-İşte o, kişinin şansına kalmış !... Taklitlerin arasından hakikisini seçmek gerçekten son derece güç bir iştir... Hele bu konuda tecrübesiz ve bilgisiz isen, vay haline !...

-Bu durumda ben bütün bu gerçeklere ulaşamadan ölüp gidersem, suçum ne, günahım ne?.. Elimde olmayan şeyden dolayı nasıl suçlanabilirim?

-Aslan pençeleri arasında diri diri parçalanan ceylan yavrusunun suçu neydi Cem ?

Kelebek olup dünyaya kanat çırpamadan, tırtıl halinde kozasıyla birlikte kaynar kazanı boylayarak haşlanmak sûretiyle ölenin suçu neydi Cem?

Zevkiniz için kesip, parçalayıp, kızarttığınız, kuzucuğun suçu neydi Cem?

Bırak artık şu ilkel "TANRI" görüşünü de; "ALLAH"ın ne olduğunu kavrayıp idrâk etmeye çalış Cem !...


  1   2   3   4


Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©atelim.com 2016
rəhbərliyinə müraciət