Ana səhifə

10 Kasım’da büyük bir gurur yaşadık


Yüklə 340.5 Kb.
səhifə3/5
tarix25.06.2016
ölçüsü340.5 Kb.
1   2   3   4   5

Ford’dan “kocbayi.com” üyelerine yılbaşı kampanyası

Ford Otosan, Koç bayilerine Ford araçlarında yüzde 12’lik indirim sağlıyor.



www.kocbayi.com sitesine üye olan bayiler, kampanyadan yararlanmak için en yakın Ford bayiine gidebilirler
2005 yılını da lider kapatmayı hedefleyen Ford Otosan, Koç Holding şirketleri ve bayilerine verdiği önemi yeni bir kampanya ile ortaya koyuyor. Koç bayileri Ford araçlarını kendilerine özel yüzde 12 indirimli fiyatla alabilecek.

Vergi hesaplamalarıyla ilgili kapanışların yapıldığı yılın bu son aylarında araç alımlarının arttığını ifade eden Ford Otosan Satış ve Pazarlamadan Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Aykut Özüner’in, kampanyayla ilgili yorumları şöyle: “Koç Holding’in geniş bayi ağına sahip bir yapısı var, bugün gelinen noktada bayilerin ne derece önemli bir rolü olduğunu çok iyi biliyoruz. Satış portföyümüz içinde çok önemli yeri olduğunu bildiğimiz Koç bayilerine hem teşekkür etmek hem de yeni yıllarını kutlamak istedik.”

Kampanyadan yararlanmak isteyen bayilerin www.kocbayi.com sitesine üye olmaları gerekiyor.
Kampanya ile ilgili açıklama yapan Özüner, “Pazarlama ve satış bölümümüzün hızlı ve verimli işbirliği sayesinde kampanyayı bir hafta gibi kısa bir sürede hayata geçirebildik. Kampanya ile www.kocbayi.com portalına kendi imkânlarımız dahilinde destek verirken, satışlarımıza da katkı sağlayacağımızı umuyoruz. Koç bayilerinin bir araya geldiği bu sitenin önemli bir iletişim platformu olması ve mesajlarımızı hızla iletebiliyor olmamız, kampanyanın etkisini artıracaktır” dedi.
Kampanya yıl sonuna kadar, sadece Koç bayileri için Cargo kamyonları hariç tüm Ford araçlarında yüzde 12’lik indirim sağlıyor. Kampanyadan yararlanmak isteyen bayilerin www.kocbayi.com sitesine üye olduktan sonra en yakın Ford yetkili satıcısına başvurması gerekiyor. Otomotiv sektöründe yıllardır liderlik koltuğunda oturan ve birçok alanda örnek alınan Ford Otosan, rekabet ortamında CRM ve bire bir pazarlama gibi yeni yöntemleri de kullanarak katma değer yaratmayı hedefliyor. Bu çalışmayla birlikte müşterilerin yanı sıra bayilere de bire bir ulaşarak fayda sunmayı amaçlayan Ford Otosan’ın CRM konusundaki çalışmalarının temelini kuvvetli bir veri tabanı ve IT-Pazarlama-Satış üçgeninin sağlıklı işbirliği oluşturuyor. Bu bilinçle çalışmalarını yönlendiren Ford Otosan, 2005 yılı boyunca bu beraberlik sonucunda birçok kampanyaya imza atmış durumda. Bunların bazıları doğrudan satışa yönelik, bazıları müşteri memnuniyeti amaçlı, bazılarıysa Koç şirketleri arasında çapraz fayda amaçlı oldu.
Arçelik’te öğrendi, makine yapımında “kadın patron” oldu

İstanbul Ticaret Odası’nın Başarılı KOBİ Yarışması'nı "Kadın Girişimci" dalında Hidrotam Makine’nin kurucusu Ayşan Dalkılıç aldı. Ayşan Dalkılıç, başarısını Arçelik Araştırma Geliştirme (Ar-Ge) Bölümü’nde çalıştığı 22 yıla borçlu olduğunu belirtiyor.


Haydarpaşa Teknik Lisesi Makine Ressamlığı bölümünü bitirdikten sonra 1972’de Arçelik’te Ar-Ge bölümünde işe başlayan Ayşan Dalkılıç, 1994’te emekli olduktan sonra Kartal Oto Sanayi Sitesi’nde Hidrotam Makine'yi kurmuş. Dört yıl sonra, oto sanayii alanında çalışan eşi Fehmi Dalkılıç da şirkete katılmış. Son olarak kızları Berrak Dalkılıç Çekin de aile şirketinde çalışmaya başlamış. Kurduğu Hidrotam Makine ile İstanbul Ticaret Odası Başarılı KOBİ Yarışması’nda “Kadın Girişimci” dalında ödül alan Ayşan Dalkılıç makine imal ediyor. Halen Kartal Oto Sanayi Sitesi’nin tek kadın patronu olan Ayşan Dalkılıç ile çalışma hayatını ve kazandığı başarının öyküsünü konuştuk.
Bize öncelikle sizi bu noktaya getiren çalışma hayatınızı anlatabilir misiniz?

Arçelik’te 1972 yılında işe başladım Çayırova Ar-Ge bölümünde 22 sene çalıştım. Oradan emekli oldum. Ar-Ge’de çalıştığım için, Arçelik çok güzel bir okul oldu. Arçelik’teki çalışmamın bana verdiği artılardan dolayı bugün bir yerlere gelebildim. Öncelikle beni yetiştiren aileme bunun için de teşekkür ediyorum ama sonra da Arçelik’e teşekkür ediyorum. O dönemlerde beni yurtdışına gönderdi. Türkiye’deki firmalarda birçok eğitimden geçirdi. Aklınıza ne gelirse her şeyi Arçelik’in sayesinde öğrendim. Koç Topluluğu’nun, Arçelik’in, tutumlu olmanın ve çalışkanlığın, hırsın, verimliliğin, kalitenin savunucusuyum çünkü orada öğrendiğim bilgiler beni buraya getirdi. Biliyorsunuz Koç Topluluğu’nun da böyle bir ayrıcalığı vardır.


Anlatımınıza göre, Arçelik’te aldığınız eğitim ve kendinize karşı duyduğunuz güven taşıdı sizi bu noktaya.

Tabii orada öğrendiğim bilgilerle, oradaki kendime güvenle, şirketimizi on üç senede bir noktaya getirdik. Örneğin, ben emekli olduğumda Türkiye’de ISO 9000 yayılmamıştı. Yabancı bir otomotiv firmasına teklif verdik ve firma yetkilileri bize hayretle baktılar; çünkü ISO 9000’i Türkiye’de yalnızca büyük firmalarla çalışanlar biliyorlardı. Bizim bu bilgimizi görünce işi verdiler. Aparatlarını, bütün kalıplarını, tesislerinin kurulmasını biz üstlendik. Eğer o Arçelik’teki bilgiye sahip olmamış olsaydım o gün o işleri yapamazdım. Arçelikte Ar-Ge çok önemlidir. Orada öğrendiğim bilgilerle, kendi işyerimi geliştirirken de TÜBİTAK’tan destek aldım. Bütün bunları Arçelik’te Ar-Ge’de çalıştığım dönemde öğrendim. KOBİ olarak ayakta kalmak çok zordur. Çünkü kendi sermayenizi ortaya koyuyorsunuz. Bir yerde sermaye tıkanıyor ve bazen başarısızlıkla da sonuçlanabiliyor. Ama devletin böyle firmaları yönlendirmesi, bizim de Ar-Ge’ye ağırlık vermemizi sağlıyor.


Arçelik’te çalışırken unutamadığınız, sizi çok heyecanlandıran bir anınız var mı?

Bir tanesi çok özel bu anıların. Çok oldu. Arçelik’te sac kazandan plastik kazana geçilmişti. Uluslararası çok büyük bir ödül aldık. Arçelik, yalnız Türkiye’de değil, dünyada da bu ödülle çok büyük sansasyon yarattı. Ben de o dönemde Ar-Ge’de olduğum için çok gururlanmıştım.


Firmanızı kurduktan sonra Arçelik veya Koç Topluluğu şirketleri için proje yaptınız mı hiç?

17 Aralık depreminin yaşandığı yıldı. Depremin ardından, Arçelik için buzdolabı lehimleme makinesi işi yaptık. Deprem olduğunda Arçelik bizi Eskişehir’e çağırdı. Teklifleri aldılar ve bizim ucuz olduğumuzu, kalitede onların istediği gibi bir teknolojiyi sunacağımızı bildikleri için işi bize verdiler. Biz bu işi yaklaşık sekiz ay boyunca şirketimizde yaptık ve başarıya ulaştık. Arçelik’in çıkardığı buzdolaplarındaki lehimi yapan makineyi biz yapmış olduk. Bir de Tofaş’a arabanın kalıplarını delme tezgâhını yaptık. Aydınlatma sektörüne ciddi armatürler yaptık. En son altı ay önce de market raflarını yapan makine yaptık.


Bize şirketinizi anlatır mısınız? Kaç çalışanınız var, üretim alanlarınız neler?

1994’te şirketimizi kurduğumuz zaman bir tornamız, biz, iki tane tornacımız bir de sekreterimiz vardı. Şirket büyüme yolunda olduğu zaman istihdamda da artış yoluna gittik. Arçelik’ten emekli olduktan sonra emekli paramızla bu sitede dükkan, işyeri aldık. Eşim de dört sene sonra emekli olup gelince, bir yer daha aldık. Sonra bir kiralık yer tuttuk. 1000 metrekare yere çıktık. O dönemlerde 20 kişiye ulaştık. Aldığımız yeni işlerle 45 kişiye çıktı çalışan sayısı. Taşın altına elimizi koyduk. Kendi finansımızı bu işe harcadık. Kriz döneminde de eskiden kalma evimizi dükkânımızı satarak da elemanlarımızı bünyemizden çıkarmama düşüncesiyle gittik. Bir bölümü kendi şirketlerini kurdu, 15 kişilik çekirdek kadro kaldı. Baktık işi uluslararası alanda yapmamız gerekiyor. Düşündük ve kalıp makineleri için çalışma yapıp bütçe ayırdık. Şimdi, kalıp satan ilk on şirkette başarılı KOBİ seçildik. Uluslararası alanda iş yapan KOBİ olarak A puanı aldık. Tüm bu çalışmalarla ciromuz yükseldi. Örneğin geçen seneki ciromuz 844 bin Euro. Kızımız Berrak da bizimle çalışıyor şimdi. İtalyanca ve İngilizcesi de var. O da Arçelik’te, İtalya'da iki sene staj yaptı. İtalya’da üniversitede okudu hem de çalıştı. Çayırova’da da insan kaynaklarında çalıştı. İki dönem orada staj yaptı. Dolayısıyla o da yine Arçelik’in havasını teneffüs etti. Şimdi bize yeni bir kan kattı Berrak. Bizim İngilizcemizle yurtdışı bağlantısı yapmamız çok zordu. Berrak bize yurtdışını açtı.


Bir kadın olarak, çalışma hayatında, hem de erkek egemenliğinde bir alan olan makine imalatında ne kadar zorluk yaşadınız?

Ben Arçelik’te kadın erkek ayrımını hiç görmedim aslında. Arçelik’te çalıştığım dönemlerde, yaklaşık 20 yıl önce, yöneticim beni İtalya'ya kalıp kabulü eğitimine yolladı örneğin. Bulaşık makinesi kalıbı yapımı eğitimi aldım. Çünkü ilk kalıp kabulünü üretimde ben çizmiştim. Arçelik’te çalıştığım zaman hiç ikinci sınıf bir vatandaş olarak görmedim kendimi açıkçası. Tabii yine buna rağmen kendimi kabullendirmek için çok çalıştım. Çok yol kat ettim. Gece kadınlara mesai olmadığı halde çalıştım. Arçelik’de azimli bir kadın çalışan olduğum için önüm açıldı. Kadınlar zaten azimlidir, daha çabuk öğrenir, değişen koşullara daha hızlı uyum sağlar. Örneğin Arçelik’ten emekli olmadan dört–beş yıl önce kâğıt çiziminden bilgisayar çizimine geçildi. En hızlı ben öğrendim ve benim masama hemen bilgisayar konuldu. Kendi firmamı kurduğum zaman da, kadın olarak karşılarına konuyu bilerek gittiğinizde daha çok güvenerek iş veriyorlar size. Kadın olmanın avantajlarını çok iyi değerlendirdim, kullandım. Benim teknik lisede okuduğum dönemlerde bizim sınıfta dört tane bayan vardı. Koca okulda dört tane bayanın olması da çok büyük bir farktı yani. Bir kadının erkeklerden farklı olduğunu, daha hırslı olduğunu istediklerini daha rahat yaptırabildiğini daha iyi bir girişimci olduğunu, ayaklarının üstüne bastığını, bir işi yaparken başka bir işi de yapabildiğini, teknik zekâsı olduğunu iş hayatım içinde de yakından gördüm ve çalıştığım yerlerde de bunu fark ettirdim. Gerçekten kadınların bu konuda çok büyük becerileri var.


Medeniyetlerin buluştuğu kent: Antakya

Antakya Ford, Tofaş-Fiat ve Düzey Pazarlama Bayii Osman Ovalı, 2 bin 400 yıllık tarihin kattığı zenginliklerle, farklı din ve kültürlerin içinden geçerek günümüze gelen barış kenti Antakya’yı gezdirdi.

Hatay Ford, Tofaş-Fiat, Koç Allianz ve Düzey Pazarlama Bayii Ovalı Ailesi merkez ilçe Antakya’nın eşrafından. Baba Abdurrahman Ovalı’nın 1961 yılında Otokoç bayii olarak başlattığı girişim şimdi dört oğul tarafından yürütülüyor.
Antakya’yı Ovalı Motorlu Araçlar Lti. Şti.’nin dört kardeşten oluşan ortaklarından Osman Ovalı ile birlikte gezdik. Osman Ovalı bize önce kentin 2 bin 400 yıllık tarihini anlattı.
Antakya’yı MÖ 4. yüzyılda Suriye Kralı 1. Seleukos kuruyor ve babası Antiochos’un adını veriyor. Kent MÖ 64 yılında Roma İmparatorluğu’na bağlanıyor ve bu dönemde gelişerek nüfusu 200 bine ulaşıyor. Gemiler kıyıdan 29 km uzaklıktaki bu kente Asi Nehri üzerinden gelebiliyorlar. Hareketli bir ticari hayat ve lüks malların üretimi şehre büyük bir zenginlik kazandırıyor. Bu zenginlik dönemi, şehrin 526 depreminde yerle bir olmasına kadar sürüyor. Antakya tarihinde dokuz büyük deprem yaşıyor. Bu büyük depremlerle Asi Nehri artık gemilerin seyahat edebildikleri bir ticari yol olma özelliğini yitiriyor. Ancak bereketli ova, denize yakınlık ve korunaklı vadi olma özelliği ile Mezopotamya’nın batıya açılan en kolay ulaşım yolu üzerinde olması nedeniyle kent önemini bu depremlerden sonra da yitirmiyor... Antakya 526 depreminde tamemen yıkıldıktan sonra, yeniden inşaa ediliyor. 300 yıl süreyle Arap İslam ordularının denetiminde kalıyor, Ardından kent Bizans ve Selçuklu dönemini yaşıyor. 1516’da Osmanlı şehri olan Antakya 1918’de Fransız yönetimine geçiyor. 1938’de bağımsız bir devlet statüsü kazanan kent 1939’daki referandumla Türkiye’ye bağlanıyor.
Toplum barışı örmüş

MÖ 4. yüzyılda kurulan Antakya birçok dinin ilk kurulan ibadethaneleri, devirlerin en büyük imparatorluklarının ihtişamlarını yansıttıkları sanat eserleri, binaları ile özellikle tarih meraklıları açısından çok önemli izler taşıyor. Ancak bu değişik kültürler, dinler ve ırkların yaşadığı şehirde izler yalnızca binalarda, ibadethanelerde ya da mozaik eserler ile heykellerde kalmamış. Kent, günümüzde her dönemin izini taşıyan evler, konaklar, ibadethaneler ile farklı bir mimari dokuya sahip. Kentin asıl dikkat çekici özelliği ise Antakyalıların 2 bin 400 yıla dayanan geçmişlerindeki tüm kültürleri ve dinleri, barış içinde birlikte yaşamak için toplumsal yapıları içinde ortak bir dokuda buluşturabilmiş olmaları. Yemeklerden, evlere, lehçelerden geleneklere, sosyal yapılara kadar tüm ortak kültür miraslarını korumaya çalışıyor kent insanı.


Osman Ovalı da bize verdiği bu Antakya tarihi ve değerlerine ait ön bilgilerin ardından, şehri gezdirmeye başlıyor. Gezimize Habibi Neccar Dağı’nın eteklerinde kurulan St. Pierre Kilisesi’yle başlıyoruz. İsa'nın 12 havarisinden St. Pierre’in, MS 29 - 40 yıllarında saklandığı ve hristiyanlığı yaymak için mücadele verdiği mağara daha sonra kiliseye dönüştürülmüş. Bu kilise, Hıristiyanların kutsal kiliselerinin en önemlilerinden biri olarak kabul ediliyormuş. St. Pierre Kilisesi’nin ardından, Kurtuluş Caddesi'ne iniyoruz. Şehrin bilinen en eski ana caddelerinden biri olan ve çok sayıda dükkânın sıralandığı cadde üzerinde Hazreti İsa'nın ilk "inanan"lardan olan ve de bu uğurda canını veren Habibi Naccar’ın adını taşıyan cami var. Yerin 4 metre altında da Habibi Neccar'ın türbesi bulunuyor. Aynı cadde üzerinde, Osmanlı döneminde yapılan Ulu Cami, Süveyka Camisi, Katolik Kilisesi ve havra bulunuyor. Kurtuluş Caddesi’nde Katolik Kilisesi, Sarımiye Camii ve havranın duvarları birbirine yaslanmış. Kurtuluş Caddesi’ni şehrin en eski meydanına bağlayan sokakta ise giriş kapısı üzerindeki freskleriyle dikkat çeken Ortodoks Kilisesi bulunuyor. Osman Ovalı, Kurtuluş Caddesi’nin bu ibadet merkezleriyle toplumun yapısını da sergilediğini anlatıyor bize. Cadde üzerinde batı mimarisiyle yapılmış büyük taş binalar dikkatimizi çekiyor. Ovalı’nın verdiği bilgilere göre bu binalar da 1918–1938 yılları arasında Fransızlar tarafından yapılmış.
Habibi Neccar Camii’nin yanından şehrin en eski ticaret yeri olan Uzun Çarşı’ya giriyoruz. İki tarafında Antakya’ya özgü yiyecek maddelerinin satıldığı, taş fırınların bulunduğu, küçük avlulu kahvehanelerin yer aldığı arnavut kaldırımı eski binaların oluşturduğu dar sokakta yürüyerek aslında şehrin tüm geleneksel yapısını ve yemek kültürünü izleyebiliyoruz.
Antakya’ya özgü, peynirler, salçalar, zeytinler, tatlılar, taş fırınlarda yapılan et yemekleri, hepsi Kurtuluş Caddesi’nden Asi Nehri’nin kenarındaki meydana kadar inen o dar sokak içindeki küçük ve eski dükkanlar içinde yer alıyor. Rengârenk bir dünya içinde buluyorsunuz kendinizi. Antakya lehçesiyle, birbirleriyle şakalaşan dükkân sahipleri, elinde çay gezdiren çocukların, künefe yapılan dükkânların arasından, telaşlı evin erzağını almaya çalışan kadınların pazarlıkları içinde baharatçılar çarşısına iniyorsunuz. Güney’in alışılagelmiş kurutulmuş biberleri, patlıcanları, bakırcı dükkânları, taş fırınlardan peynircilere, zeytincilerden bulgur satan dükkânlara, Antakya’ya özgü tatlılardan giyim mağazalarına kadar şehrin dokusunun tümü bu sokak içinde.
Dünyanın ünlü mozaikleri

Uzun Çarşı’nın ardından, gezimize dünyanın ikinci büyük mozaik müzesi olarak kabul edilen Antakya Mozaik Müzesi ile devam ediyoruz. Osman Ovalı’nın verdiği bilgilere göre, Antakya’da yaşanan zenginlik ve ihtişam dönemini simgeleyen en güzel eserler, eşi bulunmaz Antakya mozaikleri olarak kabul ediliyormuş. Antakya Mozaik Müzesi, sergilenen mozaiklerin büyüklüğü, sayısı ve kalitesi açısından dünyanın en zengin ikinci mozaik müzesi sayılıyor. Mozaikler Grek, Roma ve Bizans dönemine ait. Samandağ, Harbiye ve Antakya’da bulunan hamam, kilise ve evlerin tabanlarını süslemiş mozaiklerin çoğunda mitolojik konular işlenmiş. Bu mozaikler paneller halinde sergileniyor Antakya Müzesi’nde. Müzede ayrıca heykeller de bulunmaktadır ki, bunların içinde 3 metre boyundaki Apollon heykeli ilgimizi çekiyor. Mozaiklerin özelliği günlük hayatı, çevreyi, yaşamı yansıtması. Roma döneminde Antakya'daki mozaik okulu öğrencileri tüm şehri mozaikle donatmış...


Bu keyifli gezi, Antakya’nın 10 kilometre dışındaki Defne ya da mitolojideki adıyla adıyla Daphne Şelaleleri’nin yer aldığı Harbiye’de sürüyor. Ovalı’nın verdiği bilgiye göre, Harbiye’de defne yağı ve yaprağından üretilen, saç ve cilt bakımında doktorlarca önerilip kullanılan sabunların üretimi yıllardır sürüyormuş. Hatta Antakya’nın zeytinyağı ve defne karışımı sabunları oldukça önemli bir ticari uğraşmış yakın zamana kadar. Son dönemlerde de talep çok artmış bu doğal sabunlara.
Harbiye’de yemek molası

Harbiye, özellikle Antakya’ya özgü mezelerin yapıldığı, künefesiyle ünlü restorantların yer aldığı bir mesire yeri aynı zamanda. Sofrada, zeytin, kekik, biber salataları, patlıcan yoğurtlama, havuç yoğurtlama, “öcce” diye adlandırılan dövme etten yapılan bir tür kebap, humus çeşitleri, yine dövme etle hazırlanan çiğköfte sofrayı süsleyen mezelerin başında geliyor. Harbiye’den künefe yenmeden de ayrılınmazmış.


Antakya’ya özgü yemeklere döndüğümüzde değişik isimlere rastlıyoruz, Türkiye genelinde içli köfte diye adlandırılan yemeğin adı Antakya’da “oruk”. “Semirsek” adlı baklava hamurundan yapılan etli börek de kentin özel tadlarından. Bir de mortedella adında soğuk yenen bir tür salam var kentin özgün yemekleri arasında. Osman Ovalı “mortedella”nın Fransızlardan kalan bir tad olduğunu belirtiyor.

Tek Ermeni köyü

Osman Ovalı’yla gezimiz, Asi Nehri’nin denize döküldüğü Samandağ’a doğru devam ediyor. Samandağ yolu üzerinde Amanos Dağları’na doğru tırmanıyoruz önce. Vakıflı Köyü’ne de uğruyoruz. Kendi küçük, ünü sınırları aşmış bir köy Vakıflı. Organik tarım yapması, köy halkının birkaç dil bilmesi yanında en önemli özelliği Türkiye'nin tek Ermeni köyü olması. Köyün nüfusu 300 civarında. Ancak köye giderek artan bir ilgi varmış. Eski evler bir bir restore ediliyormuş. Hatta köy nüfusu yazın 500’ü aşıyormuş. Her yıl ağustos ayının ikinci haftasında yapılan isim günü törenleri için dünyanın dört bir tarafından Ermeniler köye gelince nüfus birkaç gün için bile olsa bine kadar çıkıyormuş. Vakıflı Köyü’nden yönümüzü Samandağ’a çeviriyoruz. Roma İmparatorluğu dönemindeki en büyük limanlardan biri olan Samandağ, narenciye bahçeleri ve ipeği ile ünlü. Samandağ ipeği özellikle terletmeyen saf dokusuyla hem giyim, hem de döşeme için kullanılıyor. Samandağ içinde ipek tezgâhlarını görebiliyorsunuz. Samandağ aslında ünlü mozaiklerin bulunduğu merkezlerin de başında geliyor. Samandağ’ın 4 kilometre kuzeybatısında, deniz kıyısında Çevlik Köyü var. Çevlik Köyü’nde Seleukia Piera antik kenti kalıntıları bulunuyor. Burada, dünyanın ilk tüneli var. Roma döneminde dağlardan inen suların sürüklediği tortuların limanı doldurmasını önlemek için İmparator Vespesianus tarafından yapımına başlananan tünel İmparator Tutis zamanında da tamamlanmış. 7 metre yüksekliğinde ve 130 metre uzunluğundaki Tutis Tüneli bir mühendislik harikası olarak kabul ediliyor. Antakya, eski avlulu evlerin, sabunhanelerin, zeytinyağı atölyelerinin restorasyonu ile düzenlenmiş bir çok butik otele sahip.Ayrıca, çok sayıda modern mimariye sahip otel de bulunuyor kentte. Ancak Antakya’da yapılacak bir gezi, öyle bir günde insanın içine sindirerek tamamlayabileceği gibi görünmüyor.


Eski Antakya evinde müze kuracağız”

Osman Ovalı ile Antakya’yı gezerken ailenin Koç Topluluğu ile ilişkilerini de konuşuyoruz. Koç Topluluğu ile Ovalı Ailesi arasındaki ilişki 1961 yılında başlamış. Antakya’nın Reyhanlı ilçesinde Amik Ovası üzerindeki arazisinde ziraatla ilgilenen baba Abdurrahman Ovalı, 1961 yılında Otokoç’un bayii olmuş. 1960’ların sonunda aile Antakya’ya taşınmış. Otokoç bayiliği de gelişmiş. Ovalı Ailesi 1990’da Hatay Ford Ana Bayii olmuş. Ardından Tofaş-Fiat ve Koç Allianz bayiliği ile sürmüş Ovalı Ailesi ile Koç Topluluğu ilişkisi.


Baba Abdurrahman Ovalı; dört oğlu, Kenan, İlhan, Osman ve Mehmet Ali büyüyünce çiftliğe çekilmiş. İlhan Ovalı İstanbul’da otomotiv perakendeciliği ve yan sanayi sektörüyle ilgileniyormuş. Diğer üç kardeş ise Antakya’da şirketi büyütüyor. Reyhanlı’da başlayan Ford bayiliği, şimdi 4 bin 500 metrekare kapalı sahası olan Antakya Ford Plaza, 3 bin metrekarelik Tofaş–Fiat Plaza, 1500 metrekarelik de Düzey Pazarlama depo alanıyla koca bir şirkete dönüşmüş durumda. Şirket Hatay’ın ikinci büyük ilçesi İskenderun’da da 1500 metrekarelik show room’a sahip. Şirket 2006’da da İskenderun’da dev bir Ford Plaza kurulacak.
Kenan Ovalı ise aslında tıp doktoruymuş. Ancak 10 yıldır Ovalı Motorlu Araçlar Limited Şirketi’nin finansmanından sorumlu ortağı olarak sürdürüyor çalışma hayatını. Ayrıca fotoğraf merakı olan Kenan Ovalı’nın bu konuda dünya birinciliği de bulunuyor. Osman Ovalı, babası Abdurrahman Ovalı’nın Otokoç bayii olduğu dönemlerde Otokoç’da yönetici olarak görev yapan Koç Holding Şeref Başkanı Rahmi M. Koç’un Adana’daki şirketlerin genel kurulları sonrasında hafta sonunu geçirmek üzere Antakya’ya geldiğini anlatıyor. Osman Ovalı, Rahmi M. Koç ve babası Abdurrahman Ovalı’nın, iki gün boyunca antik eserleri, ören yerlerini ve müzeyi gezdiklerini belirtirken, bu tarih merakının kendilerine de geçtiğini, yaklaşık 30 yıldır küçük de olsa bir koleksiyon oluşturduklarını anlatıyor. Üç defter kayıtlı eserime sahip olduklarını belirten Osman Ovalı, eski bir Antakya evini restore ettirip; bu eserleri sergilemeye hazırlandıklarını anlatıyor.
Antakya’ya özgü tatlar
Uzun Çarşı’da yürüyüşünüz boyunca değişik peynir, baharat ve tatlı çeşitlerine rastlıyorsunuz. Antakya’da “tuzlu yoğurt” adı verilen yiyecek, yaygın olarak tüketilen bir kış erzağı. Tuzlu yoğurt için, keçi sütünden mayalanan yoğurt tahta kaşıkla sürekli karıştırılıp tuz eklenerek iyice pişiriliyor. Süzme yoğurttan daha sert bir kıvama gelen tuzlu yoğurt kalıplara konuyor. Soğuk su ile eritilerek çorbalara, sebze ve buğday ürünlerinden yapılan yemeklere ekleniyor. Bir de biber ve farklı baharatlarla çökeleğin birleştirilmesinden oluşan kışlık bir çeşit tuzlu peynir var. Bunun dışında sıcak suda eritilerek şekil verilen peynir çeşitleri her gün taze olarak gelen sütten ayar tuzuyla hazırlanıyor.
Antakya’da tatlı denince akla künefe geliyor. Bir de keçi ve ineklerin doğum yaptıktan sonraki ilk sütlerinin kesilmesinden oluşan ağız katığıyla yapılan “ağızlı kadayıf” bölgenin ünlü tatlılarından. Ancak ağız ancak o gün sağılıp kesilmiş sütten yapılabiliyor. Kalan ağızlar bir günden fazla dayanmıyormuş. Antakya’da künefenin özelliği de tüm Türkiye’deki künefelerden farklı. Çünkü künefe peyniri de her gün taze sütten tuz olmadan mayalanıyormuş. Bu peynir hemen o gün mayalanıp künefede kullanılıyormuş. Osman Ovalı kalan peynirlerin atıldığını vurguluyor. Çünkü tuzlanmamış taze peynir hemen pişirilip tüketilmezse bozuluyormuş. Antakyalılar bu nedenle başka illerde yapılan künefenin gerçek olmadığını savunuyorlar. Çünkü künefenin en önemli özelliği tuzsuz taze peynirle yapılması. Bir de tabii, künefenin tel kadayıfının da o gün taze hazırlanması tatlının en büyük özelliğiymiş.
Uzun Çarşı’da yürürken gördüğümüz lokma, züngül gibi tatlıların yanı sıra bir de Antakya’ya özgü kabak tatlısı dikkatimizi çekiyor. Bu Antakya’da yetişen bir çeşit, beyaz renkli kabaktan yapılıyormuş. Bu kabak kireç suyuna yatırılıp bekletilerek sertleştiriliyor, pişirilip şerbette bekletiliyormuş. Kabak tatlısı tahin veya cevizle yeniyor.
Gençler “Eski Türkçe”yi, yaşlılar gençleri anlayacak...

Binlerce deyim, eski ve yeni Türkçe’de hayata giren ve kullanılan onbinlerce kelimeyle oluşturulan “Kubbealtı Lugatı–Misalli Büyük Türkçe Sözlük-” 100 bin örnekli temel başvuru kitabı olarak Vehbi Koç Vakfı’nın desteğiyle kamuoyuna tanıtıldı.


Yaşayan Türkçe’nin doğru kullanımı ve zenginliğinin yansıtılması amacıyla Kubbealtı Akademisi Kültür ve Sanat Vakfı tarafından hazırlanan “Kubbealtı Lugatı –Asırlar Boyu Târihî İçinde Seyri Misalli Büyük Türkçe Sözlük-” için Vehbi Koç Vakfı tarafından Topkapı Sarayı’nda tanıtım toplantısı gerçekleştirildi.
Sözlüklerin dil öğrenimi ve öğretiminde, dilin doğru kullanılmasında yararlanılan başlıca kaynaklar olduğundan hareketle, Kubbealtı Akademisi Kültür ve Sanat Vakfı tarafından hazırlanan “Kubbealtı Lugatı” yalnızca yaşayan Türkçe’nin değil, tarihi seyri içinde Türk dilinin kazanmış olduğu kelime ve kullanımları belgeleyerek Türkçe ile ilgilenen herkese bu dilin zenginliğini göstermek amacıyla oluşturuldu.
Uzun yıllara ve ekip çalışmasına dayanan bir eser olan “Kubbealtı Lugatı” için ilk bilimsel danışma toplantılarına 1971 yılında ilim ve fikir adamları ile Türk dili üzerinde çalışmış akademisyenlerden oluşan 12 kişilik heyetle başlanmıştı.

Sâmiha Ayverdi, Dr. Ekrem Hakkı Ayverdi, Nihad Sami Banarlı, Prof. Dr. Tahsin Banguoğlu, Prof. Dr. Ömer Lütfi Barkan, Prof. Dr. Kaya Bilgegil, Prof. Dr. Abdülkadir İnan, Prof. Dr. Faruk Kadri Timurtaş, Faruk Nafiz Çamlıbel, Orhan Seyfi Orhon, Fevziye Abdullah Tansel ve İlhan Ayverdi’den oluşan bu heyetin çalışmaları 34 yıllık emeğin sonucunda üç ciltte toplandı.


Farklı devirlerdeki yazılı ve sözlü dil örneklerini üç cilt içinde 3 bin 644 sayfa, 61 bin ana madde ve ara madde, yaklaşık 35 bin deyim ile 400 müellifin 1000’e yakın eserinin taranmasıyla elde edilen 100 bin örnekli bu temel başvuru eseri, bir sivil toplum kuruluşunun Türk diline katkısı açısından oldukça önemli bir kaynak olarak gösteriliyor.
1971 yılında başlayan 31 yıl süren titiz bir çalışma neticesinde 2004 yılında tamamlanan “Kubbealtı Lugatı”, lisans, yüksek lisans ve doktora öğrencileri, akademisyenler ve Türkçe’ye ilgi duyan, kullanımında titizlik arayan, dilinin geçmişi ile bağ kurmak, tanımak isteyen herkes için çok önemli bir kaynak olacak.
Dr. Fahrünnisa Bilecik, üç ciltlik bu lugatta, yalnızca eski Türkçe deyim ve kelimelerin bulunmadığını, günümüzde yabancı kelimelerden Türkçe’ye giren yabancı kelimelerin de yer almasına büyük özen gösterdiklerini söyledi.

Bu yolla yalnızca genç kuşağın, eski Türkçe konusunda çektiği sıkıntıyı değil, eski kuşağın gençlerin kullandığı kelime ve deyimleri anlama konusunda yaşadığı sıkıntıyı da gidermeyi hedeflediklerini belirten Bilecik, üç ciltlik bu çalışmada tıp kavramlarından sosyolojide kullanılan deyimlere kadar çok geniş bir alanda sözlük ihtiyacının karşılanacağını sözlerine ekledi. Bilecik, bu sözlük temelinde, ilkoğretim öğrencileri ve lise öğrencilerine yönelik daha dar kapsamlı iki ayrı lugat daha çıkaracaklarını da bildirdi. 1970 yılında Kubbealtı Cemiyeti olarak kurulan ve 1978 yılında vakıf statüsüne geçen Kubbealtı Akademisi Kültür ve Sanat Vakfı, kuruluşundan bu yana çeşitli kültür etkinlikleri, sempozyumlar, burslar, dil-edebiyat alanında toplantı ve çalışmalar gerçekleştiriyor.

1   2   3   4   5


Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©atelim.com 2016
rəhbərliyinə müraciət