Ana səhifə

1. Grup Seminer Programı 27. Eylül. 04 09. 30-11. 00 Proje uygulama,izleme değerlendirme


Yüklə 0.87 Mb.
səhifə8/12
tarix25.06.2016
ölçüsü0.87 Mb.
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   12

IV: STK’LAR VE SİVİL TOPLUM AĞLARI KAVRAMLARI ÜZERİNE

Demokrasi ve aktif yurttaş tartışmalarıyla kuşattıktan sonra STK’lar ve Sivil Ağlar üzerinde durmaya başlayabiliriz. STK denildiğinde hangi tür kuruluşların kastedildiği konusunda Türkiye’de çok önemli bir açıklık bulunmamaktadır. Bu bulanıklık sadece Türkiye için değil pek çok ülke için de söz konusudur. Çok değişik nitelikteki kurumlardan STK olarak söz edilmektedir. Bu belirsizliğin değişik nedenleri bulunmaktadır. Bunlardan biri günümüzde STK’lara verilen önemin artmasıdır. Bu durumda bazı kurumların kendilerini STK sayma eğilimi yükselmektedir. Kanımca bu belirsizliğin bir başka nedeni STK’ların sivil toplum kavramından yola çıkılarak tanımlanmaya çalışılmasıdır. Benzer bir başka neden ise bu alanda siyasal bilim alanından kaynaklanan bir söylemin hakimiyetidir.


Doğrudan STK’ların varlığının temellendirilmesine yönelinmediğinde bu alanın tanımlanması siyasal olanı dışlama, ona karşıt olanı esas alma üzerine kurulmaktadır. STK’lar alanı siyasi otoritenin baskısından uzak, devlet karşısında otonomisi olan, bir yapıda kamusal alanda etkisi olabilen, bir kollektif girişimler alanı olarak tanımlanmaktadır. Tabii ki bu kuruluşlar oluşurken varolan haklardan yararlanırken aynı zamanda da bu haklar alanını genişletmeye çalışacaklardır. Bir anlamda kamu alanını devletin alanı olmaktan çıkararak herkesin alanı haline getirmeye çalışacaklardır.
STK’lara ontolojik olarak devletle toplum arasında bir sivil toplum alanı oluşturmak ve devleti metafizik bir kurum olmaktan çıkarma işlevi yüklediğimizde ona siyasal olanla bir gerilim taşıma işlevi de yüklemiş oluyoruz. STK’ların ulaşmak istedikleri hakları elde ettiğinde böyle bir gerilim kalmayacak ama STK’lar faaliyetlerini sürdüreceklerdir. Öyle ise STK’ların varlık nedenini bu gerilimlerin dışındaki faktörlere dayanarak kavramamız gerekir. Bunun için bu yazıda yapılan biçimde, farklı bir yola başvurularak insanı kavrayıştaki değişiklikler üzerine eğinilebilir. İnsanın bir proje olarak kavranmasıyla birlikte katılımcı demokrasinin pratikleri anlamlılık kazanır.
Katılımcı demokraside bireyin özne olma ve kendine yeni yaşam kalıpları açabilme güdülerini sadece tek bir birey olarak yerine getirmesi beklenemez. Benzer güdüleri olanlar isteklerini yerine getirmek için biraraya gelerek ya da küçük bir kamu alanı oluşturarak örgütlenerek yapabilirliklerini artırmaya çalışacaklardır. Bu da yeni bir toplumsal aktör olan STK’ların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Katılımcı demokrasi ve STK’lar toplumun bireylerine siyasal partilere girmeden kamusal özne olma ve yaşamına yeni anlamlar katabilme yolunu açmıştır. Böyle bir kamusal öznenin oluşmasına bir bireyin katılması, ona yeni sosyal çevreler açacak, kendisine ihtiyaç duyulduğu ve çevresine yararlı olduğu duygusunu yaratacak, içinde yaşadığı topluma ilişkin aidiyet duygusunu artıracak, ona saygınlık kazandıracak yani kısacası yaşamdan doyumunu artıracaktır.
STK’ların böyle temellendirilmesi onların ayırdedici özelliklerini de belirlemektedir. Bunlardan birincisi gönüllülük ve özel alandan fedakarlık yapılmasına dayandırılmalarıdır. Sivil toplum kuruluşları içinde yer almaya kimse zorlanamaz. Bu kuruluşlar içinde yer alanlar ister parasal olsun ister zamansal olsun özel alanlarından gelen katkılar yapmakta, fedakarlıklarda bulunmaktadırlar. STK’ların ikinci önemli niteliği nihai amaçlarının topluma bir şey sunmak, toplumsal iyiye katkıda bulunmak olmasıdır. Bu amaç içinde hiç bir biçimde başkaları üzerinde bir iktidar oluşturma arayışının bulunmamasıdır. Sivil toplum kuruluşlarının faaliyetleri içinde hiç bir dayatma bulunamaz. Bir iktidar talebi taşımadığı için de kendi içinde çatışmaya neden kalmaz. Üçüncü önemli nitelik sivil toplum kuruluşlarının açık ve belli bir konuda uzmanlaşmış (issue specific) olmalarıdır. Bu, özellik sivil toplum alanının iktidar oluşturmaya dönük, çatışmalı bir alan haline gelmesini engelliyecektir. Dördüncü önemli niteliği sivil toplum kuruluşları alanında hiyerarşik ilişkiler kurulması için sağlam bir nedenin bulunmamasıdır. Katılımcı toplumun bu yeni ve bağımsız aktörleri, kuşkusuz, değişik konularda işbirliği yapma gereksinmesi duyabilirler. Kuracakları bu ilişkiler eşitler arası ortaklık ilişkileri ya da yatay ilişkilerdir. Bu kuruluşlara saygınlık kazandıran niteliklerinden biri de kendi istekleriyle de olsa bir bağımlılık ilişkisi kuramayışlarıdır.
Çoğulcu demokrasiden katılımcı demokrasiye geçerken bu şekilde tanımlanmış STK’lara gereksinme duyulmuş olması kanımca hem katılımcı demokrasi hem de STK kavramının netleştirilmesi için çok yararlı olmaktadır. Kavramsal düzeyde bu netlik sağlanmasına karşın pratikte aynı netliğin sağlanması kolay olmamaktadır. Bu bulanıklığın sürmesinin nedeni daha önce gördüğümüz üzere pratikte, temsili demokrasi, çoğulcu demokrasi ve katılımcı demokrasinin aynı esnada melezleşmeler içinde yaşanmakta olmasıdır. Çoğulcu demokrasi pratiği içinde çıkarlarını savunmak isteyen çıkar grupları örgütlenmekte ve kamu alanında kendi gruplarının savunusunu yapmakta, müzakerelerle yararlarını artırmak istemektedir. Bu kuruluşlar daha çok siyasal alanın örgütleridir. Söylemlerini bu çatışmalı alanın gereksinmelerini sağlayacak biçimde geliştirmişlerdir. Bunlar çoğulcu demokrasinin gereği olan kurumlardır. Oysa katılımcı demokrasinin pratiğini kuracak STK’lar temelde üreten kamusal öznelerdir. Onların temel işlevi kendi yararları için çatışmak, münakaşa etmek değildir. Çoğulcu demokrasinin çatışmalı siyasal kamu alanında faaliyet gösteren kurumlarını demokratik kitle örgütleri olarak adlandırmak gerekir.
Oysa Türkiye’de demokrasi pratiği içinde yer alan devlet dışı tüm örgütler hiç farklılaşma yapılmadan STK denilip geçilmektedir. Demokratik kitle örgütleri ve STK’ları demokrasi tartışmalarından gelerek farklılaştırdığımızda karşımıza netleştirilmesi gereken bir başka bulanık alan çıkmaktadır. STK’ların eleştiren karşı vaziyet alandan çok yapan ve üreten bir kamusal özne olarak tanımlanması, onları tamamen çatışmalar dışında steril kurumlar olduğu yanılgısına yol açmaktadır. Bu yanlış kanıyı ortadan kaldırmak için STK’ların hangi durumlarda çatışmacı roller üstlenebileceğine açıklık kazandırmak gerekir. Birinci çatışmacı rol her STK’nın toplumdaki her aktör gibi kendi pozisyonunu müzakere etmek hakkı olacağının düşünülmesiyle

tanımlanabilir. Bu bir STK rolü değil, bir çoğulcu demokrasi rolüdür. Çoğulcu demokrasi içinde yaşamanın doğal bir sonucu olarak görülebilir. İkincisi de yine çoğulcu demokrasi içinde yaşamaktan kaynaklanan bir roldür. Çoğulcu demokrasi içinde yaşayan bir toplumda örgütlü olmayan güçsüz grupların dışlandığını kaybettiğini gördük. Bir STK’nın toplumdaki müzakere süreçlerinde bu ezilen gruplarından birini savunmayı üstlenebilir. Bu onu çatışmalı bir alanda faaliyet gösterir hale getirecektir. Ama bu durum onu STK olmanın tanımı dışına çıkarmayacaktır. Çünkü doğrudan kendisinin yararlanmayacağı bir alanda diğerkam güdülerle, belli ve sınırlı bir konuda bir hizmet üretmektedir. STK olma tanımıyla çelişmeyen üçüncü bir çatışmalı faaliyet örneği, böyle bir kuruluşca toplumda yerleşmiş bazı değer yargılarını değiştirmeyi amaçlayan kampanyaların yürütülmesi olarak verilebilecektir. Ama unutulmaması gereken bu faaliyetin belirli değerle sınırlı olması ve hiçbir şekilde iktidar talebi içermemesidir. Bu saptamalar bizi STK’lar kamu alanı ilişkisi üzerinde düşünmeye yönlendiriyor. Kamu alanı toplum için değerler üreten STK’lara sadece bu faaliyetlerini sergileme ve kamusal özne olma fırsatı yaratmıyor. Kamu alanının STK’lar açısından belki daha önemli işlevi yeni STK’ların oluşması için bir “hayal etme platformu” oluşturmasıdır.


Genellikle bir toplumda sivil toplumun örgütlenmesi ne kadar gelişmiş ve karmaşıklaşmışsa demokrasisinin olgunlaştığı, kararlı hale geldiği kabul edilir. Burada söz konusu olan örgütlenme Demokratik Kitle Örgütleri ve STK’ları birden kapsamaktadır. Bizi STK’lar daha çok ilgilendirdiği için onların demokrasiye katkısı üzerinde ayrıca duralım. STK’lar demokrasinin kalitesini artırmak bakımından çok kritik bir öneme sahiptir. Bir temsili demokrasinin ürettiği kamusal hizmet kararlarıyla, bir katılımcı demokrasinin ürettiği kamusal hizmet kararlarını bir düşünce deneyi yaparak karşılaştıralım. Bir toplumda halkın isteklerinin oluşturduğu talep yüzeyi ile temsili demokrasinin oy çokluğuna dayanan kararlarıyla sağladığı arz yüzeyi arasında kalan hacim demokrasinin kalitesinin bir ölçütü olarak alınırsa, arzın devlet ve STK’lar tarafından birlikte sağlanması halinde talep ve arz yüzeyleri arasında kalacak hacim çok daha küçülecek, yani demokrasinin kalitesi daha yüksek olacaktır.
STK’lar devletin yerine değil onun yanısıra demokrasinin kalitesini geçirme işlevini yüklenmektedir. Onun başarısı da büyük ölçüde aktif yurttaşların toplumda yetişmiş olmasına bağlıdır. Daha önce üzerinde durduğumuz üzere temsili ve çoğulcu demokrasiler içinde kayırmacı pratikler kökleşebilmekte ve bu durumda da aktif yurttaşın ortaya çıkması zorlaşmaktadır. Bu ise başarılı STK’lar alanının gelişmesini zorlaştıracaktır. Ama bundan daha olumsuz bir durum vardır. O da aktif yurttaşın gelişmediği bir ortamda STK olma iddiası taşıyan kuruluşların sayısının artması ve kayırmacı siyasal pratiklerin yeni bir aracı haline gelmesidir. Özerk olmaktan çok devlete yamanmayı seçmektedirler. Tabii STK’lar kendi alanlarını yozlaşmaktan korumak için bu tür gelişmeler halinde çok duyarlı olmalı, bir STK’nın değişik finans kaynakları karşısında bağımsızlığını koruyacak tür de ilişki kurmasını kendi alanının ahlaksal ilkelerinden biri haline getirmelidir.
Bu bölüme kadar STK’lar üzerinde durduk, birçok bakımdan benzer bir kuruluş olan mahalle temelli kuruluşlar (MTK) üzerinde durmadık. İki tür kuruluşun birçok benzerlikleri olduğu açık. STK’da bireyler belli konularda toplumsal iyiye katkıda bulunmak için bir araya gelirken, MTK’larda

bir yaşam çevresinde bulunanlar bu çevredeki yaşam kalitesini geliştirmek ya da bu alana ilişkin bir sorunu çözmek için bir araya gelirler. Bunları gerçekleştirecek bir kamusal özne oluştururlar. Yalnız MTK’lar konusundaki bu oluşumların hiçbir iktidar talebi içermemesi, siyasal partilerin himayeci pratiklerinin bir aracı haline gelmemesi ya da belli grupların toplumdan kopmak için gettolaşmayı sağlayıcı bir mekanizma oluşturmaması konusunda çok dikkatli olmak gerekir.


Bu noktaya kadar hep katılımcı demokrasi STK ilişkisi üzerinde durduk. Sivil ağları tartışmadık. Ama yönetişim üzerinde durmaya başladığımızda STK’ların yerini sivil ağlar tartışması alacaktır. Tabii bu doğru bir saptamadır. Ama bu saptamanın irdelenmesinde yarar vardır. STK’lar ve sivil ağlar arasındaki ilişki sadece gerçekliğin temsilinde yapılan iki farklı seçmeyle açıklanamaz. İkisi arasında temsil biçimlerinin değiştirilmesinin ötesine geçen farklılıklar bulunduğu söylenebilir. Tabii her STK’nın kendi içindeki ilişkileri bir ilişki ağı olarak da temsil edilebilir. Eğer gerçeklikleri ilişki ağlarıyla temsil etme yolunu seçtiysek, STK’ları da bir ilişki ağı olarak temsil edebiliriz. Ama gerçekliği aktörler ve alanlar halinde temsil ederken yani STK’ları bir aktör olarak kabul ederken, aynı esnada toplumda sivil ağların bulunduğundan söz edebiliriz yani bu durumda iki oluşumu bir birine indirgeyemeyiz. Böyle bir salt ağsal olmayan melez bir temsil içinde sivil ağların STK’lar gibi kamusal mal ve hizmet üreten özneler haline gelmesini iddia bekleyemeyiz. Çünkü böyle bir toplum içinde hukuksal yapı tüzel kişiliği olmayan bir ağın üretici bir özne olmasını engeller onlara daha sınırlı bir ilişki alanı bırakır. Onları bilgi değişimi, protestoların yaygınlaştırılması, yeni duruşlar üretilmesi ve belli değerlerin savunulması gibi alanlarla sınırlar.

V: SON VERİRKEN

STK ve Sivil Ağları katılımcı demokrasiyle ilişkilerini kurmak için yaptığım sunuşun sonuna geldim. Kuşkusuz bu kavramlara ve niteliklerine açıklık getirmek önemli. Bu tür çabalar onları daha iyi kavramamızı sağlayacak bu alanın etik ilkelerini formüle etmemizi kolaylaştıracak. Ama böyle pratiğe yönelmiş bir alanda esas başarı kavramları netleştirmekten çok pratikte sonuç almaya bağlıdır. Pratikte başarı sağlanmadıkça tüm söylenenler çok ikna edici olmayacaktır. Günümüzde her örgütte olduğu gibi STK’larda da başarı yenilikçi ve öğrenen bir kuruluş olmaya bağlıdır. Ama bunun bir firmada ya da kamu kuruluşundaki yenilikçi ve öğrenen kuruluş olmaktan farklı olduğu gönüllüğün koşulları içinde gerçekleştirilmesi gerektiğini unutmamak gerekir.


EĞİTMEN : PHILIPPE DE BRACONIER

1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   12


Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©atelim.com 2016
rəhbərliyinə müraciət