Ana səhifə

1. Grup Seminer Programı 27. Eylül. 04 09. 30-11. 00 Proje uygulama,izleme değerlendirme


Yüklə 0.87 Mb.
səhifə7/12
tarix25.06.2016
ölçüsü0.87 Mb.
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   12

I.GİRİŞ

Bugün Sivil Toplum Kuruluşları Sempozyumunun XV’incisini yapıyoruz. Bu sempozyumlarda sunulan bildirileri ve yapılan tartışmaları yayınlamak becerisini gösterdik. Ben bunu çok önemli buluyorum. İlk sempozyumlarda kullanılan bir metaforla bahçemizi düzenlemek için yaptıklarımız üzerinde düşünmeyi ve bunu yaygınlaştırma becerisini gösteriyoruz. Tüm Sivil Toplum Kuruluşlarının değil de sadece bir kısmının katılımıyla gerçekleştirilmiş olsa da bu başarı umutlu olmamızı sürdürüyor.


XV’inci Sempozyumun teması kanımca çok yerinde seçilmiş. Günümüz demokrasinin sorunlarını ve onun içinde STK’lardan beklenenleri tartışmamıza olanak verecek bir uygun çerçeve oluşturuyor. Bu nedenle toplantıya çağrı için hazırlanan metinden bazı alıntılar yapacağım.

Klasik liberal demokrasilerin, temsile dayalı siyaset yapma tarzı “yeni toplum”un ihtiyaçlarına ve karmaşık siyasal yaşamına yanıt veremiyor. Toplumsal alanda yaşanan bu siyaset krizinin aşılması için yapılan tartışmalar “demokrasinin demokratikleştirilmesi” düşüncesi etrafında cereyan ediyor. Bunun için verilen cevapların neredeyse en önemlisi olan katılımcı demokrasi, sivil ağlar ve inisiyatifler yoluyla etkileşime açık katılımcı devlete geçişi; temsili demokrasinin ancak dört-beş yılda bir kendini vatandaş hisseden “yarı- zamanlı” vatandaşından, yine sivil ağlar ve örgütler yoluyla kendi sorunlarına her daim sahip çıkabilmenin kanallarını arayan ve açan “tam zamanlı” vatandaşına geçişi; ve artık ulus devletin rasyonel, homojen bireylerinden, küresel dünyanın karmaşık kimlik siyasetlerinin taşıyıcısı heterojen bireylerine geçerken, bu öznelerin bir arada tutulabileceği bir kamusal alanın oluşturulması ve böyle bir toplumda cereyan eden çatışmaların demokratik kurumlar yoluyla çözümünün nasıl kotarılabileceği arayışını ifade eden bir düşünceyi işaret eder.


...... bütün bu değişimlerin ve yeniliklerin demokrasi düşüncesinde yarattığı yapısal dönüşümler ve bu dönüşüm sonucunda ortaya çıkan yeni siyaset biçimlerinin yeni bir demokratik proje ihtiyacı; oluşan çok parçalı toplumsal hayata doğrudan müdahale alanları olarak STK’ların, sivil ağlar ve inisiyatiflerin burada oynayacakları rol; siyasetteki merkezsizleşmenin artmasıyla önem kazanan yerel yönetim mekanizmalarının demokrasinin derinleştirilmesi sürecinde daha verimli kullanılması; teknolojik gelişmelerin siyaset yapma, etme biçimlerinde yaratacağı dönüşüm ve bunun fayda arz eder hale getirilmesi gibi birçok etken sayılabilir.


*Bu metin 15. STK Sempozyumunda Sayın İlhan Tekeli tarafından sunulmuştur.

Bütün bunlar yalnızca salt bir entelektüel ilgiyle üzerinde durulması gereken meseleler değil; yeni zamanların toplumsal özneleri olarak bizlerin de sorumluluğunda olan meselelerdir. Dolayısıyla bunlar üzerine düşünmek, fikir üretmek demokrasinin bundan sonraki “seyri” ve “salahiyetini” de kuşkusuz belirleyecektir. Bu nedenle bu sempozyum bir “birlikte düşünme”, “tartışma” iradesi ve heyecanı yaratmayı umuyor.”



Ben de konuşmamda olabildiğince bu çerçeveyi izlemeye çalışacağım. Çizilen çerçeve STK’ları sivil ağları değişik noktalardan çıkarak kuşatmaya çalışıyor. Önce STK ve sivil ağlar sorunsalına temsili demokrasinin yetersiz kalmasından ve katılımcı demokrasi kavramının gelişmesinden yola çıkarak ulaşmaya çalışıyor. Bir anlamda, onların, değişen dünya da oturtulabileceği bir çerçeve kurulmasını istiyor. Öte yandan bu yeni demokrasi modelinin öngördüğü aktif yurttaşın niteliklerinden giderek STK’larının ve sivil toplum ağlarının kuşatılması gerekliliği üzerinde duruyor. Bu yolla STK’ların ve sivil toplum ağlarının üyelerinin niteliklerine açıklık kazandırmasını bekliyor. Böylece, üstten ve alttan kuşattıktan sonra, STK’lar ve sivil toplum ağları üzerinde durmamız daha kolay olacaktır.
Buna uygun bir sunuş geliştirirken, bir yandan dünyada siyasal ve sosyal bilim alanında bu konudaki tartışmaların bende yarattığı tatminsizliklerden, öte yandan Tarih Vakfı içinde geçirdiğim on yılı aşkın deneyimin, beni zorladığı STK’lar konusunda kavramsallaştırma çabalarından yararlanacağım. Yani salt kuramsal olanı değil, pratik olanı da içermeye çalışacağım.


II. DEMOKRASİ ANLAYIŞIMIZDA YAŞANAN DÖNÜŞÜMLER

Zaman, zaman uygulanmasındaki sorunlardan yakınsak ta, demokrasinin insanlığın şimdiye kadar geliştirebileceği en iyi siyasal rejim olduğu konusunda geniş bir oydaşma bulunuyor. Demokrasi temelde özgür ve eşit bireylerin seçmelerine duyarlı kalan bir rejim olduğu için de sürekli olarak yeni arayışlara konu oluyor. Yani bilinen bir şey olmaktan çok değişen bir şey olması bekleniyor. Ama bu arayışların demokrasi uygulamalarını kökten değiştirdiğini söylemek de olanaklı değil. En gelişmiş demokrasi uygulamalarının olduğu ülkelerde bile, bir çok demokrasi formu bir arada birbirlerine eklemlenerek yaşıyor. Bugün dünyada temsili demokrasi, çoğulcu demokrasi, katılımcı demokrasi ve daha sonra açıklayacağım üzere bir demokrasi çeşidi olarak gördüğüm yönetişim birarada varlığını sürdürüyor. Örneğin katılımcı demokrasi anlayışının gelişmesi tüm dünyanın temsili demokrasinin meşruiyet anlayışı paralelinde gelişmiş kurumsal yapısında çok büyük değişmelere yol açamıyor. Varolanda yarattığı bazı değişikliklerle, bu pratik içinde kendilerine bazı yerler açmaya çalışıyor. Bu nedenle değişik türdeki demokrasi kavramlarının netleşmesi birbirlerine göre konumlarının saptanması sorunlarla karşılaşıyor, kolay olmuyor, bulanıklık sürüyor. Bu konuda netlik sağlanabilmesi için değişik demokrasi anlayışlarının gerisindeki ontolojik kabullerin açık hale getirilmesi ve bunların üzerinden bir kavramsal irdeleme yapılması gerekli olduğunu düşünüyorum. Böyle bir çalışmayı ayrıca geliştirdiğim için bunun üzerinde burada durmayacağım.


Denilebilir ki tüm demokrasi yaklaşımlarının gerisinde adeta idealleştirilmiş bir doğrudan demokrasi anlayışı bulunmaktadır. Demokratik bir yönetimi uygulamak isteyen toplulukta yaşayanların sayısı ve mekandaki yayılımı arttıkça, doğrudan uygulanması olanaksız hale gelen demokrasinin yerini, temsili demokrasi dediğimiz, bir ölçüde de olsa demokrasiyi gerçekleştirdiği varsayılan kurumsallaşmış pratikler alıyor. Üzerinde uzlaşma sağlanmış olan bu işlemlere (procedure) uyulduğunda, demokratik yönetimin gerçekleştiği varsayılmaya başlıyor.

Denilebilir ki günümüz demokrasilerinin pratikteki işleyişinin iskeletini temsili demokrasi oluşturmaktadır. Temsili demokrasi denildiğinde sınırları belirli bir toprakta yaşayan bir toplumun seçimler yoluyla oluşturduğu bir mecliste oy çokluğu kuralına uygun olarak verilen kararlarla yönlendirilen bir yönetim anlaşılıyor. Bu tür temsili demokrasilerin bir kriz içinde olduğu sık, sık söyleniyor, ama temsili demokrasi ortadan kalkmıyor. Onun yanında başka demokrasi pratiklerine yer verilmesine karşın onun yerine geçemiyor.


Temsili demokrasinin bir kriz içinde olmasının değişik nedenleri var. Bunlardan birincisi küreselleşen dünyada ülke sınırlarının anlamının değişmesiyle yakından ilgili. Bir ülkenin toprakları eskisi gibi içinde yaşayanlarının kaderlerini belirleyen tüm kararların alındığı bir kap niteliğini taşımıyor. Günümüzde, bir toplumda yaşayanların kaderini belirleyen siyasal ve ekonomik kararların önemli bir bölümü o toplumun yaşadığı toprakların dışında alınıyor. Böylece, küreselleşen, bir akımlar toplumu haline gelmiş, bir dünyada bir toprak içinde yaşayanların temsiline dayanan bir yönetim sistemini anlamlı olmayı yitiriyor.
İkinci önemli kriz temsili demokrasi içinde karara ulaşmak için oy çokluğu ölçütünün kullanılmasının yarattığı sonuçların eleştirisinden kaynaklanmaktadır. Temsili demokrasinin yanıtlamakta en zorlandığı eleştirilerden biri oy çokluğuyla karar verme yaklaşımının çoğunluk sultasına dönüşebilme olasılığının bulunmasıdır. Temsili demokrasi pratiğinde toplumun atomistik bireylerden oluştuğu ve seçimlerin siyasal partiler eliyle örgütlenmediği, gündeme gelen konuların kamu alanında ayrı, ayrı tartışıldığı, temsilcilerin kararlarının önceden parti disipliniyle bağlanmadığı durumlarda oy çokluğu kullanılarak verilen kararların bir çoğunluk sultasına dönüşme tehlikesini taşımadıkları söylenebilir. Oysa seçimlerin partiler eliyle örgütlendiği, meclis içinde karar verirken temsilcilerin atomistik olma özelliğinin yok edildiği, onların kararlarının parti disiplini içinde denetlendiği durumlarda oy çokluğu ölçütüne dayanarak bir çoğunluk sultasının kurulması çok kolaylaşır.
Böyle bir karar sisteminin eleştiri konusu olan bir başka özelliği uygulanması meşru görülen karar seçeneklerini teke indirgemesidir. Bu karar sistemi meşru olan tek bir karar üretmektedir. Bu aslında modernist düşüncenin evrensel olarak geçerli tek doğru arayışıyla bir paralellik içindedir. Olabilecek bir çok çözümü eleyerek, elde kalan tek doğruyu, homojen olarak uygulamaya çalışmak, bulunduğu sanılan çözümlerin bir çoğunluk sultası niteliğini kazanması sonucunu doğurmaktadır.
Temsili demokrasinin çoğunluk sultası haline dönüşebilmesi sakıncasının kavranması yeni bir şey değildir, çok önceleri farkedilmiştir. Bu eleştiriler çoğulcu demokrasi anlayışının gelişmesine yol açmıştır. Bunu günümüzde üzerinde çok durulan kültürel çoğulculukla karıştırmamak gerekir. Burada sözkonusu olan bir siyasal çoğulculuktur. Temsili demokrasinin dışlayıcı niteliğinin ilk farkında olanlar toplumun güçsüz kesimleri değil dışlanan güçlü azınlıkları olmuştur. Bu grubun temsili demokrasiye getirdiği düzeltmeler de bu güçlü azınlıkların sorununu çözmeye dönük olmuştur. Bu kaygı, temelde çok sayıdaki değişik çıkar grubunun yeterince örgütlü olduğu toplumlarda, çoğunluk koalisyonlarının uzun süre kararlılıklarını koruyamayacağı, pek çok konuda kısmen çözülüp, kısmen yeniden kurulacak olması varsayımına dayanarak, belli bir gücü olan azınlıkların kendileri için önemli olmayan konularda ödün verirken, kendileri için önemli konularda isteklerini gerçekleştirmelerine olanak verilebileceği gösterilerek giderilmeye çalışılmıştır.

Çoğulcu demokrasi siyasal partiler yanısıra çok sayıda çıkar grubunun örgütlü bulunmasını ön görüyor. Bu gruplar kamu alanında yer alıyorlar, kendi çıkarları doğrultusunda kamu alanını etkilemeye çalışıyorlar, antagonistik pozisyonlarını sergiliyorlar, lobiler oluşturarak meclisin kararlarının istedikleri doğrultuda çıkması için uğraş veriyorlar. Yine meclisin oy çokluğuyla verdiği kararlar neyin meşru görüldüğünü belirliyor. Ama her karar toplumda değişik düzeylerde müzakere edilmiş oluyor. Kararların müzakere edilmiş olması sonucunda değişik çıkar gruplarının dengesini yansıtacak bir meşruiyet üzerinde uzlaşmaya varıldığı söylenebilir. Mecliste ulaşılan karar, toplumda yine tek meşru çözüm olarak, tek düze bir şekilde uygulanıyor. Uygulama yine tek çözüm üzerinden yapılsa da, olanaklı değişik çözümler ve bunların çıkarlarla ilişkileri kamu alanında sergilenmiş oluyor. Ayrıca kararlı bir çoğunluğun her konuda kendi isteklerini dikte etmesi olanağı kalmamakta, artık çoğunluk sultasından söz etme olanağı kalmamaktadır. Buna karşın toplumun güçsüz kesimlerinin dışlanması sürmektedir. Eğer bir ölçüde adalet kaygıları korunuyorsa müzakere süreçlerinde güçsüz kesimleri savunacak örgütlenmelere gereksinme duyulacaktır. Bu ya güçsüz kesimlerin kendilerinin örgütlenmesi, ya da bu kesimler dışındaki örgütlenmelerin bu tür savunma işlevlerini yüklenmesiyle gerçekleştirilebilir.


Çoğulcu demokrasinin bu şekilde gelişmesi temsili demokrasinin kurumsallaşmış yapısında çok büyük değişiklikler yaratmadan ona kolayca eklemlenerek uygulanmasına olanak vermiştir. Temsili demokrasiden büyük bir kopuşu oluşturmamaktadır. Oysa günümüzde katılımcı demokrasi üzerinde durulmaya başlayışı daha önemli bir ayrılığa işaret etmektedir. Katılımcı demokrasi öncesinde demokrasi halkın yönetimi olarak tanımlarken, katılımcı demokrasi döneminde çeşitliliklere olanak veren bir rejim olarak tanımlanıyor. Tabii bu çok önemli bir kopuştur.
Demokrasinin çeşitliliklere olanak veren bir rejim olarak tanımlanması halinde ister azınlık, ister çoğunluk olsun kimsenin kimse üzerinde sulta kurması olanağı kalmamaktadır. Bir anlamda her kişiye, her gruba arzularını yaşama geçirme ve bu yolla yaşamına anlam katma olanağı açılmaktadır. Bu modernist tek çözümlü anlayışından uzaklaşıp çok çözümlülüğün kabulü anlamına gelmekte ve post modernist bir düşünceye geçişi işaretlemektedir. Bu demokrasinin ön gördüğü insan modeli de değişmiştir. Her birey toplumun üretimi için emek sağlayan ve bu emeği yeniden üretmek için tüketim yapan bir kişi değildir. Bunun ötesinde her insanın yaşamına bir proje olarak bakılmakta, onun gerçekleştirilmesi özgürlüğü de kendisine bırakılmaktadır. Tabii ki böyle bir birey pasif olamaz, aktif bir birey olacaktır. Bu tür bireylerden oluşan bir toplumda bu projelerin gerçekleştirilmesine izin verilmesi ve çeşitliliğe bir zenginlik ve yaratıcılığın kaynağı olarak bakılması gerekmektedir.

Temsili demokrasi karşısında katılımcı demokrasi kavramının gelişmiş olması kavramsal düzeyde çok önemli bir kopuşa işaret ettiği açıktır. Katılımcı demokrasi ortaya çıkmasıyla birlikte ideal bir demokrasi olarak görülmeye başlamıştır. Yani bir tür doğrudan demokrasi olarak görülmeye başlamıştır. Katılımcı demokrasinin geliştiği bir ortamda temsili demokrasinin demokrasi idealini bir ölçüde de olsa gerçekleştirdiğini söylemek olanağı kalmamıştır. Ayrıca katılımcı demokrasi, temsili demokrasi gibi, küreselleşen bir ülkenin sınırlarının artık güçlü bir toplumsal denetim aracı olmadan çıkmasının yarattığı temsil kavramını anlamsızlaştırması gibi bir sorunla da karşı karşıya değildir.


Böyle olmasına karşın temsili demokrasi varlığını sürdürmektedir. Katılımcı demokrasi temsili demokrasiyi tamamen yerinden edememektedir. Bunun nedeni katılımcı demokrasinin içinde barındırdığı yetersizliklerdir. Bunlardan en önemlisi katılımcı demokrasinin içerdiği anarşist eğilimlerdir. Katılımcı demokrasinin değerlerinin uygulamada uç noktalara götürülmesi halinde sistemin kendi kendini üretmesi garanti altına alınamamaktadır. Sistem bunalıma düştüğünde müdahale etme modalitelerinin neler olacağının nasıl saptanacağına ve bireylerin yaşam projelerini hayata geçirirken uyacağı kuralların nasıl geliştirileceği konusunda katılımcı demokrasi işlerliği olabilecek bir yanıt getirememektedir. Bu durumda bu gereksinmeyi sağlayacak bir ulus devlet ve temsili demokrasi de varlığını korumaktadır. Ama yine de bu temsili demokrasi kendi meşruiyeti yanısıra katılımcı demokrasi pratiklerine de büyük ölçüde yer açmak durumunda kalmaktadır. İki demokrasi anlayışı iç içe yaşamaktadır. Böyle bir durumda kalan temsili demokrasi toplumda uygulanacak kuralları ve kurumları oluştururken onların izin verici nitelik taşımasına özel önem vermektedir.
Temsili demokrasi ve katılımcı demokrasinin konumlarını belirledikten sonra karşımıza çıkan bir soru bu iki kavram yanısıra çoğulculuğun yerinin nasıl belirleneceği olmaktadır. Öncelikle netleştirilmesi gereken konu demokrasi yazınında çoğulculuk denildiğinde neyin kastedildiğidir. Çoğulculuk sözcüğüyle genellikle iki farklı olguya işaret edilmektedir. Bunlardan birincisi siyasal çoğulculuktur. Daha önceki bölümlerde bu çoğulculuğun temsili demokrasiyle pratikte nasıl eklemlendiğini gördük. İkincisi ise kültürel çoğulculuktur. Burada söz konusu olan çoğulculuk değişik yaşam kalıplarının üretilmesine olanak verilmesi olmaktadır. Denilebilir ki çeşitliliğe olanak veren her katılımcı demokrasi kültürel çoğulculuğu da içerecektir. Ama kültürel çoğulculuktan kastedilen belli bir kültür içinde doğmuşların bu kültürü üretmeye hapsedilmesi anlamına geliyorsa bunu demokrasi idealiyle bağdaştırmak olanağı bulunmamaktadır. Bu nedenle burada söz konusu olan kültürel çoğulculuk kapalı cemaatlerin kapanarak, adeta gettolaşmış bir biçimde, kendilerini yeniden üretme anlayışlarına kapalıdır. Çünkü bu durumda daha küçük alanlarda tekdüze topluluklar yaratılarak katılımcılığın birey anlayışı yok edilmektedir. Yani katılımcılık çerçevesinde bir kültürel çoğulculuktan söz edildiğinde etkileşmeye açık kendi içinde değişmeye izin veren bir anlayış kastedilmektedir.
Yönetme kavramının aşılmaya çalışılmasının ve temsil sorunundan kaçınmanın tek çözümü olarak, karşımızda sadece katılımcı demokrasi kavramı durmuyor. Günümüzde gelişmeye başlayan yönetişim kavramı bu soruna temsili demokrasiyle ortak yaşam halinde olmayan bir başka çözüm bulmaya çalışıyor denilebilir. Yönetim kavramı karşısında gelişmeye başlayan yönetişim kavramı ilk başta bir yönetim tekniği olarak da görülse, taşıdığı yöneten yönetilen ikiliğini ortadan kaldırma iddiası, onu bir demokrasi türü haline getirmektedir.
Yönetişimin katılımcılıktan ayrı bir kategori olarak ortaya çıkması katılımcılığın yetersizliklerinden çok, küreselleşen dünyada toprak ve topluluk özdeşliğinin ortadan kalkması ve toplulukların toprak temeli temsilinin yerini ilişki ağları halinde temsilinin almasıyla yakından ilişkilidir. Bir toplumdaki bireyler artık üzerinde çok sayıda ilişki ağının kesiştiği düğüm noktaları halinde düşünülmektedir. Bu ilişki ağları belli bir toprağın içine sıkışmamıştır. Kolayca ülke topraklarının sınırları dışına taşabilmektedir. Sürekli olarak yeni eklenmelere ve ayrılmalara açıktır. Toplum pek çok konu için oluşmuş çok sayıda ilişki ağından meydana gelmiş olarak düşünülmektedir. Tabi bir toplumu tanımlarken ağ kavramı sadece metaforik anlamda kullanmamalı, bu ağların yapısı üzerinde de durmalıdır. Toplumun performansını bu yapı belirler. Tabii ki bu ilişki ağlarının gerisinde bir tarihi gelişme ve sosyal yapı bulunmaktadır. Bu sosyal yapının güç ilişkileri, tüm eşitsizlikleri, dışlanmaları bu yapıya asimetrik ilişkiler ya da tek yönlü bağlantılar, kurulmayan ilişkiler halinde yansır. Bu ilişki ağları içinde her düğün noktası diğer düğüm noktalarıyla iki yönlü ilişkide değildir yani çok bağlı değildir, içinde delikler vardır. Eğer bu ağlar çok bağlı olsaydı toplum içinde farklılıklardan, yarışma üstünlüklerinden vb. söz edilemezdi. İşte bu nedenle ağların yapıları üzerinde durulmaya başlandığında toplumun işleyişini daha iyi anlayabiliyoruz. Örneğin bu sayede zayıf ilişkilerin gücünden söz edebilmekteyiz.
Toplumun böyle kavramlaştırılması halinde her ilişki ağında karşılıklı etkileşmeyle bir oydaşma sağlandığında bir konuda eş zamanlı olarak karar alınmış, iş bölümü belirlenmiş ve uygulamaya geçilmiş olmaktadır. Bu oydaşmaya razı olmayanlar, o ilişki ağından ayrılacak ve kendi tercihleriyle uyumlu bir ilişki içindeki bir başka ağa katılacaktır. Denilebilir ki böyle bir temsil içinde hem özel, hem kamu mal ve servislerinin üretilmesine ilişkin kararlar üretilebilir ve uygulanabilir. Eğer bu doğru ise ayrı bir siyasal otoriteye gerek duyulmamaktadır. O halde yönetişimin yönetilen ve yöneten farklılığını ortadan kaldırması iddiasının da gerçekleştiği söylenebilir.
Oysa böyle bir analizin ihmal ettiği bir nokta vardır. Her ilişki ağında bir oydaşma sağlanabilmesi ve bu oydaşmaların yaşamı bir krize götürmeyecek biçimde gerçekleşmesi için daha önce toplumdaki herkesin kabul ettiği düzenleyici kuralların konulmuş olması gerekir. Bu halde de katılımcı demokrasinin karşılaştığı açmazla karşılaşılmaktadır. Toplumun ilişki ağları olarak kavramsallaştırılması halinde kuralların nasıl konulacağının çözümlenmesi için kuramsal olarak değişik seçenekler üretilebilir. Bu seçenekleri başka bir çalışmamda belirttiğim için burada ayrıca ele almayacağım. Ama yaşamda gerçekleşen yönetişimin temsili demokrasiyle bir türde melezleşmesi olmaktadır.
Sanıyorum ki STK’lar ve sivil girişim ağları kavramlarını tartışabilmek için demokrasi kavramından yola çıkarak yeterli kuşatmayı gerçekleştirdik. Şimdi de aynı konuyu aktif yurttaşlık kavramından yola çıkarak kuşatmaya çalışalım.
III.DEMOKRASİNİN GELİŞMEŞİ YURTTAŞLIK KAVRAMINI DÖNÜŞTÜRÜRKEN NEDEN AKTİF YURTTAŞ KATEGORİSİNİ GELİŞTİRMEK DURUMUNDA KALDI
Temsili demokrasinin varsayımları içinde yurttaştan beklenenler çok sınırlıdır. Ondan beklenen seçimlerde oy kullanarak kendi adına siyasal gücü kimin kullanacağını belirlemek, daha sonra bu siyasal gücün belirlediği kurallar içinde üretim için gerekli üretim faktörlerini sağlamak ve tüketim yaparak sistemin bunalıma düşmeden sürmesini gerçekleştirmektir. İktidardaki siyasal gücün başarı derecesini bir seçim sonrasında vereceği oylarla değerlendirecek, gerekli görürse değiştirebilecektir. Temsili demokrasilerde oluşmuş hiyerarşik bir yönetim sisteminin yurttaştan bekledikleri sınırlıdır. Söz konusu olan daha çok pasif bir yurttaştır.
Temsili demokrasi çoğulcu demokrasi doğrultusunda evrilirken yurttaştan beklenen roller pasif bir yurttaş olmanın ötesine geçmeye başlamaktadır. Pasif rollere razı olmayıp kendi çıkarlarını savunmak isteyen yurttaşlar çıkar grupları halinde örgütlenmeye başladığında bir ölçüde de olsa kendi kaderini etkilemeye çalışmaktadır. Ama bu çoğulcu demokrasi anlayışının insana bakışı yararcı çizgiyi aşamamaktadır. Onlar kamu alanında müzakere ederken, eleştirirken kendileri siyasal özne olma iddiasını taşımamaktadır. Onlar sadece siyasal öznelerin kararlarını kendi yararları doğrultusunda değiştirmeye çalışmaktadırlar.
Daha önce de üzerinde durduğumuz üzere katılımcı demokrasi insana bakışta bir kopuşu içermektedir. İnsan kendisini gerçekleştirecek bir proje olarak görülmeye başlandığında artık müzakere edeceği sadece yararlarını artırmak olmamaktadır. Bir toplumda yaşayan bireyler yaşamlarında doyum sağlamak için çok daha geniş bir yelpazeden istekte bulunmaya başlamaktadırlar. Onlar siyasete girmeden bir toplumsal özne olmak, topluma sunacakları faaliyetlerle bir saygınlık kazanmak ve bu yolla yaşam doyumlarını artırmak isteyebilirler. Toplumun genel olarak benimsediği yaşam kalıpları dışında bir yaşam sürmek, yeni kültürel değerler yaratmak isteyebilirler. Tüm bunların olabilmesi ve yaşamın onlar için yeni anlamlar kazanabilmesi iki koşulun gerçekleşmesine bağlı olmaktadır. Bunlardan birincisi bireyin özne haline gelerek kendisi için bir şey yapma iradesini edinmiş bir aktif yurttaş haline gelmiş olmasıdır. İkincisi ise siyasal sistemin izin verici karakterini yitirmemiş bulunmasıdır.
İnsan özgürlüğüne verdiğimiz değerler ya da bu konudaki ön yargılarımız bizde insanların katılımcılığı isteyecekleri ve aktif yurttaşlık rollerini kolayca benimseyecekleri konusunda bir beklenti uyandırmaktadır. Oysa aktif yurttaşlığın ve katılımcılığın gelişmesi beklendiği kadar kolay olmamaktadır. Bu aktif yurttaşlığın ve katılımcılığın kavramsal çekiciliğinin yetersizliği dolayısıyla değil, temsili demokrasinin gelişiminde himayeci siyaset pratiklerinin yerleşmiş olması dolayısıyladır. Temsili ve çoğulcu demokrasinin esas taşıyıcısı olan siyaset yapma pratikleri içinde Türkiye gibi ülkelerde himayecilik ya da kayırmacılık denilen pratikler gelişmektedir. Partiler içinde iktidarı kontrol etmek isteyenler iktidarı elde ettiklerinde parti üyelerine ve yandaşlarına siyasal sadakat karşılığı çıkar dağıtmaktadırlar. Bu partiler kadroları siyasal başarıyla şekillenen bir örgüt olmaktan çıkarak, parti içi sadakatlerle şekillenen örgütlere dönüşmektedirler.
Yukarıdan aşağıya ve kayırmacı pratiklerle yapılan bu tür bir siyaset yurttaşı da edilgen hale getirmekte, onu olayların dışında tutmakta, yaşamının yaratıcı bir projeye dönüşmesinin engeli haline gelmektedir. Kayırmacı pratiklerin hakim olduğu bir toplumda siyaset yurttaşlara bakıştaki bir iki yüzlülük üzerine kurulduğu için, toplumun siyasete duyduğu güven sürekli aşınmaktadır. Kuşkusuz böyle bir toplumun aktif yurttaşlara gereksinmesi çok artmıştır, ama toplumun aktif yurttaşı yetiştirme potansiyeli de çok azalmıştır. Birey kayırmacı pratiklerle elde ettiğiyle yetinmek zorunda bırakılmaktadır. Bir ülkede katılımcı pratiğin başarılı olarak gelişebilmesi için siyasal çoğulculuk ile katılımcı demokrasinin farklı insan anlayışlarının bulunduğunun bilincine varılması gerekir. Siyasal çoğulculuğun öngördüğü bireyler himayeciliğe kolayca razı olabileceklerdir. Oysa katılımcı demokrasinin varsaydığı kendi yaşamına bir proje olarak bakabilen bireyler buna razı olmayacaklardır. Onların yurttaşlığı tanımı gereği aktif bir yurttaşlık olmaktadır. Kendi yaşam projelerini ancak kendileri gerçekleştirebilirler. Bu işi onlar adına bir başkası gerçekleştiremez. Aktif yurttaşlık bilinçle elde edilebilen, kaynağını kendine bakıştan alan, yaratıcılık, başarı ve öğrenme ile geliştirilebilen bir anlayıştır. Bireyler her bulundukları yerin olanaklarının ve sorunlarının farkında olarak, yenilikçi çözümler ürettikçe, yurttaşların kendilerine güvenleri artacak, yaşamlarında bölüşülen yeni heyecanlar doğacak ve edilgin bir konumdan çıkarak aktif bir hale gelmekte yol alacaklardır.
Katılımcı demokrasiden yönetişime yani toplumun ilişki ağlarıyla temsile geçildiğinde ilginç bir durumla karşılaşılmaktadır. Toplumun ilişki ağlarıyla temsil edilmesi halinde bir bakış açısıyla bireyin yok olmasından söz edilebilmektedir. Bireyin ilişkilerce belirlendiği ileri sürülebilmektedir. Katılımcı demokraside aktif bireyi güçlü bir biçimde ortaya çıkarken, yönetişimde birey geri plana itilmektedir. Bu gerçekte bireyin yok olması mıdır, yoksa temsil biçimindeki değişmenin normal görülecek bir sonucu mudur ? Eğer böyle bir sonuç problemimiz bakımından anlamlı görülmüyorsa farklı yaklaşımlar geliştirebiliriz. Bunlardan biri aktif bireyi yok etmeyen bir ilişkisel temsil biçimi geliştirmek olabilir. İkincisi ise iki temsil arasında bir işbölümüne gitmek, katılımcı demokrasiyi ve onun aktif bireyini STK’yı tanımlarken kullanmak, yönetişimi ve onun ilişki ağlarından ise Sivil Ağlar kavramını tanımlarken yararlanmak olabilir.

1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   12


Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©atelim.com 2016
rəhbərliyinə müraciət