Ana səhifə

1. Grup Seminer Programı 27. Eylül. 04 09. 30-11. 00 Proje uygulama,izleme değerlendirme


Yüklə 0.87 Mb.
səhifə4/12
tarix25.06.2016
ölçüsü0.87 Mb.
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   12

1.1.1. Ana Kuruluş –Dernek, Vakıf-taki Muhasebe Düzeni

Muhasebenin temel işlevi, özellikle kar amaçlı sınai ve ticari kuruluşların faaliyetlerinin belirli ilkelere ve kurallara bağlı olarak kaydının tutulması, zaman içinde bu şekilde oluşan verilerin çeşitli tablolar sistematiği içinde değerlendirilmesiyle işletmenin mali sonuçlarının izlenmesine ve yönetsel kararların alınmasına esas oluşturulmasıdır.


Muhasebe düzeni, bütün işletmeler için tektir. Yani, STK’lara özgü ayrı bir muhasebe sistemi söz konusu değildir. İlgi ve faaliyet alanlarının farklılığı nedeniyle, sistemin özü aynı kalmak koşuluyla bazı özel uyarlamalar yapılmaktadır.
Vakıflar ve dernekler, muhasebe işlemlerini kendi örgüt yapıları içinde uzman kişilerden oluşturacakları ayrı bir bölüm tarafından yürütebilecekleri gibi, serbest muhasebeci, serbest muhasebeci mali müşavirler tarafından kurulan bürolara da tutturabilirler. Muhasebe işlemleri, kurum ve kuruluşların ilgili yasalar karşısındaki mali sorumluluklarının kaynağını oluşturur. Bu nedenle, muhasebe işlemlerini kendi bünyesinde yürütecek olan STK’ların muhasebe bölümlerinin görev, yetki ve sorumluluklarını belirleyen bir yönetmelik hazırlayarak karar organının –yönetim kurulu- onayına sunmaları gerekli ve yararlıdır. Muhasebe işlemlerinin bir muhasebe bürosuna tutturulması durumunda ise, taraflar arasında, karşılıklı yükümlülüklerin ve sorumlulukların açıkça belirtildiği bir sözleşme düzenlenmesi gerekir.
Ülkemizdeki uygulamada, işletmeler ya bilanço esasına göre, ya da işletme hesabı esasına göre defter tutmaktadırlar.
Türk Medeni Kanunu’na Göre Kurulan Vakıflar Hakkındaki Tüzük’ün değişik (91/2159- 13.08.1991) 29. maddesine göre;

- 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun (VUK) 177. maddesi 5. bendi hükmü uyarınca, işletme hesabı esasına göre defter tutmalarına izin verilenlerin işletme esasına göre,




  • Bunların dışında kalan vakıfların bilanço esasına göre,

  • Bakanlar Kurulu’nca vergi bağışıklığı tanınan vakıfların yalnızca bilanço esasına göre defter tutmaları gerekmektedir.

Yine ilgili tüzük maddesinde, yapıları gereği, bilanço esasına göre defter tutmalarına imkan veya gerek görülmeyenlerin işletme esasına göre defter tutmalarına Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce izin verilebileceği gibi, yeni kurulan vakıfların tescili izleyen en geç bir yıl içinde Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce yapılacak teftişe kadar, işletme esasına göre defter tutabilecekleri, genel olarak Medeni Kanun hükümlerine göre kurulan tüm vakıfların, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce gönderilecek Muhasebe Hesap Planı’na uymalarının zorunlu olduğu belirtilmiştir.


Vakıflar, defter onayı, kayıt düzeni, belge düzenleme ve temini hususlarında VUK hükümlerine tabidir.
2908 sayılı Dernekler Kanunu’nun 03.08.2002 tarihli ve 4771 sayılı Kanun ile değişik 62. maddesine dayanılarak hazırlanan “Derneklerin Tutacakları Defter, Muhasebe Hesap Kayıtlarıyla ilgili Usul ve Esaslara Dair Yönetmelik” (R.G. 05.04.2003/25070)’in “Defter Tutma Esasları” başlığını taşıyan 4. maddesine göre; dernekler işletme esasına göre defter tutarlar. Ancak yıllık gelirleri 64 milyar TL’nı -2002 yılı için belirlenen tutar- aşan dernekler, aşağıdaki koşulların gerçekleşmesini takip eden hesap döneminden başlayarak, bilanço esasına göre defter tutarlar. Yukarıda belirtilen had, her yıl bir önceki yıla ilişkin olarak VUK uyarınca T.C. Maliye Bakanlığı’nca belirlenen yeniden değerleme oranında artırılmak suretiyle uygulanır.
Bir hesap dönemi brüt gelirleri birinci fıkrada belirtilen hadden %20’yi aşan oranda fazla olursa veya arka arkaya iki hesap dönemi brüt gelirleri, birinci fıkrada yazılı hadde nazaran %20’ye kadar bir fazlalık gösterirse, işletme hesabı esasından bilanço esasına geçilir.
İşletme hesabı esasına göre defter tutan dernekler, belirtilen hadlere bağlı kalmaksızın bilanço esasına göre defter tutabilirler.
Bilanço esasına geçen dernekler yukarıda belirtilen hadlerin altına düşülse dahi, bir daha işletme hesabı esasına dönemezler.


        1. Tutulacak Defterler

Yine adı geçen yönetmeliğin 5. maddesine göre, işletme hesabı esasına tabi olan derneklerin;



  • Üye kayıt defteri

  • Karar Defteri

  • İşletme Hesabı Defteri

  • Envanter Defteri

Bilanço esasına tabi olan derneklerin ise;

  • Üye Kayıt Defteri

  • Karar Defteri

  • Yevmiye Defteri

  • Büyük Defter (Defter-i Kebir)

  • Envanter Defteri

Tutmaları ve bu defterlerin Noter’e onaylatılması zorunludur.Yönetmeliğin bundan sonraki maddelerinde (6.-12.) derneklerin hesap dönemi, defterlerin tasdik zamanı, gelir ve giderlerin kaydında düzenlenecek belgeler, defterler ve bu belgelerin saklama süresi ve düzenlenecek raporlar ele alınmıştır.


Derneklerin ve vakıfların tutacakları defterlere yapılacak kayıtların Türkçe olması gerekir.
Muhasebesini bilgisayar ortamında tutmayan derneklerin ve vakıfların muhasebe kayıtlarını mürekkeple veya makine ile yazmaları zorunludur.
Yevmiye Defteri maddelerinde yapılan yanlışlar ancak muhasebe kurallarına göre düzeltilebilir. Diğer defterlere yapılan kayıtlarda rakam ve yazılar yanlış yazıldığı takdirde düzeltmeler, rakam ve yazının üzeri okunacak şekilde çizilmek ve üst veya yan tarafına doğrusu yazılmak suretiyle yapılabilir.
Defterlere yapılan bir kaydı kazımak, çizmek veya silmek suretiyle okunamaz hale getirmek yasaktır.
Kasa defterinde olduğu gibi, günlük kayıt ve takibi gereken işlemlerin gününde; diğer işlemlerin ise, işin hacmine ve gereğine uygun olarak muhasebenin düzen ve sağlığını bozmayacak bir süre zarfında (10 gün), ancak her koşulda en geç 45 gün içinde kaydedilmeleri gerekmektedir. (VUK md. 219)
Muhasebe defterlerinin tasdik usul ve süreleri VUK’nun 220. ve izleyen maddelerinde belirtilmiştir.


        1. Kayda Esas Olan Belgeler

Vakıflar ve dernekler tarafından satın alınan her türlü mal ve hizmet karşılığında yapılan ödemelerin belgelendirilmesi gerekir. Bu amaçla düzenlenecek belgeler VUK’nun 227. ve izleyen maddelerinde belirtilmiştir. Bu belgeler şunlardır:




  1. Fatura

  2. Perakende Satış Belgeleri (Perakende Satış Fişleri, Yazar Kasa Fişleri, Giriş ve Yolcu Taşıma Biletleri)

  3. Gider Pusulası

  4. Müstahsil (Üretici) Makbuzu

  5. Ücret Bordrosu ve bordro yerine geçen belgeler

Yukarıda belirtilen belgeler arasında yer alan Gider Pusulası’nın düzenlenmesinde çeşitli tereddütlerin oluştuğu ve kimi zaman yanlışların yapıldığı görülmektedir. Bu nedenle, konunun açıklığa kavuşturulmasında yarar görülmüştür.


STK’ların yaptıkları her türlü mal ve hizmet alımı karşılığında, gider pusulası dışında kalan uygun bir belgeyi öncelikle sağlamaları asıldır. Ancak bu belgelerin elde edilmelerinin mümkün olmadığı durumlarda ve belgeye dayandırılması mutad olmayan düşük tutarlı giderler (Hamaliye, Temizlik vb.) için gider pusulası düzenlenmesi olanaklıdır.
Gider pusulalarının mal ve hizmet alımı dışındaki ödemeler için – burs ve sosyal yardım ödemeleri vb.- kullanılması mümkün değildir.
01.02.1994 gün, 21836 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren 225 seri numaralı VUK genel tebliği ile gider pusulası düzenlenmesi esasları ile belgenin biçim ve niteliği yeniden düzenlenmiştir.
Gider pusulalarının biçimi, niteliği ve onaylanması hususlarında, anılan tebliğ hükümlerine uyulması STK’lar açısından da zorunludur.


        1. Muhasebe Hesap Planı

Maliye ve Gümrük Bakanlığı VUK’un verdiği yetkiye (Md. 175 ve Mük. Md. 257) dayanarak 26.12.1992 gün, 21447 Mük. Sayılı gazetede yayınlanan, 1 sıra no.’lu Muhasebe Sistemi Uygulama Genel Tebliği ile bilanço esasına göre defter tutan gerçek ve tüzel kişilere ait teşebbüs ve işletmelerin 01.01.1994 tarihinden itibaren tebliğ ekindeki Tek Düzen Muhasebe Hesap Planı’na uymalarını zorunlu hale getirmiştir. Daha sonra Muhasebe Sistemi uygulamalarına ilişkin yeni genel tebliğler yayınlanmıştır.


Bu düzenleme ile muhasebe kayıtlarının sağlıklı ve güvenilir bir biçimde tutulması, mali tablolar aracılığıyla ilgililere sunulan bilgilerin tutarlılık ve karşılaştırılabilirlik niteliklerini koruyarak, gerçek durumu yansıtması ve işletmelerde denetimin kolaylaştırılması amaçlanmıştır.
Yapılan düzenlemenin, esas itibariyle kar amacı güden ticari işletmeleri kapsaması nedeniyle, çalışma alanları farklılık gösteren ve kar amacı gütmeyen STK’larda aynen uygulanması pek mümkün olmamıştır.
Nitekim, bu nedenle Vakıflar Genel Müdürlüğü, Türk Medeni Kanunu hükümlerine göre kurulan vakıflar hakkındaki tüzüğün değişik 29. maddesinden aldığı yetkiye dayanarak, Maliye Bakanlığı’nın uygun görüşünü de almak suretiyle, vakıflar için yeni bir hesap planı hazırlamıştır. Bir genelge ile, bu hesap planının, 01.01.1995 tarihinden geçerli olarak, bilanço esasına göre defter tutan tüm vakıflarca uygulanması zorunlu kılınmıştır.
Vakıflar için uyarlanan bu hesap planında, ilke olarak, Maliye Bakanlığı’nca hazırlanan Tek Düzen Hesap Planı’nın genel yapısı ve bütünlüğü korunmuş; vakıfların faaliyet alanları göz önünde bulundurularak, yeni bazı hesaplar eklenmiştir.
Bildiğimiz kadarıyla, bilanço esasına göre deftere tutan dernekler için, yetkili makamlarca, vakıflardaki benzer bir uyarlama çalışması yapılmamıştır. “Kişi toplulukları” olma niteliği ağır basan dernekler için bu tip bir uyarlama çalışmasına gerek olmadığı da ileri sürülebilir. Tek Düzen Hesap Planı’nın sistematiği, ana hesaplar itibariyle derneklerde de uygulanmaya elverişli ve yeterlidir.


      1. Bağlı Kuruluş Statüsündeki İşletmelerde Muhasebe Düzeni

Medeni Hukuk tüzel kişisi niteliğinde olan STK’lar – vakıflar, dernekler ve üst kuruluşları- toplumsal hizmet amacıyla ve kar saiki olmaksızın kuruldukları için, yapıları gereği, ticari bir etkinliğin içinde bulunmaları mümkün değildir. Bu statüleri nedeniyle, kanun koyucu STK’ları Kurumlar Vergisi Mükellefleri arasına katmamıştır.


Kar amacı gütmeseler de, STK’lar da amaçlarını gerçekleştirebilmek için parasal kaynağa gereksinim duyarlar. Bağışlar ve sponsor katkıları önemli gelir kaynakları olmalarına karşın, her zaman yeterli düzeye ulaşamamaktadır. Özellikle, ekonomik kriz dönemlerinde yurtiçi kaynaklarda da önemli daralmalar olmaktadır. Bu nedenle, STK’lar da amaçlarının ve faaliyet alanlarının elverdiği ölçüde ticari faaliyette bulunmak; böylelikle elde edecekleri gelirleri amaçlarına harcamak ihtiyacı duymaktadırlar. STK’lar bu gereksinimlerini iki ayrı yoldan karşılayabilirler:
Bunlardan biri; Türk Ticaret Kanunu’nun öngördüğü koşulları yerine getirerek bir anonim, kollektif, limited vb. ortaklık kurmak veya kurulu bir ortaklığa katılmaktır. Diğer yol ise, doğrudan bir iktisadi işletme kurmaktır.
Birinci yolda STK, ya bir sermaye şirketi kurmakta, ya da belirli bir pay alarak mevcut bir şirkete iştirak etmektedir. Kurulan ya da iştirak edilen şirketin ayrı tüzel kişiliği, yönetimi, yasal yükümlülükleri bulunmaktadır. Bu bakımdan, STK’lar ile kurulan ya da katılınan ortaklıklar arasındaki ilişki, benzer ticari ilişkilerden farklı bir özellik taşımamaktadır.
STK’ların sınai, ticari ve tarımsal faaliyette bulunabilmek için bir ticari işletme kurmaları durumunda, ana kuruluşla bağlı ortaklık niteliğindeki iktisadi işletme arasındaki hukuki ilişki, birinci yoldan farklı bir yapı göstermektedir. Zira STK’ya bağlı olarak kurulacak iktisadi işletmenin, STK’dan ayrı bir tüzel kişiliği bulunmamaktadır. Tüzel kişilikleri bulunmamakla birlikte, ticari statü taşıyan, dolayısıyla Kurumlar Vergisi mükellefi olan ve Ticaret Sicili’ne tescil edilen işletmelerin adı, Ticaret Sicili Nizamnamesi’ne göre, kendisini işleten tüzel kişiliğin, yani vakıf ya da derneğin adı ile işletme konusunu gösteren sözcüklerden oluşur. “Türk Kalp Vakfı Hizmet Hastanesi İktisadi İşletmesi” örneğinde olduğu gibi…
Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 4. ve 5. maddesindeki tanımda yer alan unsurlara göre, bir iktisadi işletmenin varlığından söz edebilmek için,



  • Ticari, sınai ve tarımsal faaliyette bulunmak amacı taşıması,

  • Faaliyetinin süreklilik göstermesi,

  • Bu faaliyetin sonucunda üretilen malların veya hizmetlerin bir bedel karşılığı satılması,

  • Doğrudan STK bünyesi içinde kurulması,

  • Herhangi bir sermaye şirketi veya kooperatif şeklinde kurulmamış olması

gerekmektedir.
Yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı gibi, “ticari” sıfatı bulunan ve vergi yükümlülüğü olan işletmelerin muhasebelerinin, ana kuruluşun muhasebesinden ayrı tutulması ve bilanço esasına göre defter tutmaları gerekmektedir. Bu gerekliliğin doğal sonucu olarak iktisadi işletmeler Tek Düzen Hesap Planı’nı kullanmak ve Muhasebe Sistemi uygulamasına ilişkin genel tebliğlere uygun hareket etmek zorundadırlar.


      1. STK’larda Finansal Yönetim Araçları

Genel anlamda, finansal yönetim işlevleri,




  1. Finansal analiz ve planlama

  2. Yatırım Kararları

  3. Finansman Kararları

şeklinde özetlenebilir.
Finansal planlama yapılırken, daha önce özetle değindiğimiz finansal analiz araçlarından yararlanılarak proforma bilanço, proforma gelir tablosu ve proforma nakit akış tablosu düzenlenir.
Bu tabloların düzenlenmesiyle işletmenin gelecekteki fon gereksinimi ortaya konur, gereksinim duyulan fonları sağlamak için uygun kaynaklar araştırılır.
Kar amacı gütmeyen, çoğunluğu mali kaynak sıkıntısı çeken STK’larda yatırım olanakları da çok sınırlı olduğundan, finansal yönetim işlevi büyük ölçüde kısa vadeli nakit yönetiminde odaklanmaktadır.
Nakit yönetiminin, en sık kullanılan aracı nakit bütçeleridir. Nakit bütçeleri işletmenin (örgütün) nakit giriş ve çıkışlarını dengelemek için, aylık, altı aylık ve yıllık olarak düzenlenirler. Nakit bütçelerinden amaç, işletmenin ödemelerini karşılamaya yeterli nakdin elde hazır bulundurulmasını sağlamaktır.
Nakit bütçesi, diğer bütçelerden farklı olarak, yalnızca gerçekleşmesi kesinleşen nakit hareketleriyle ilgilidir. İşletmenin ödemesi gereken fakat günü belli olmayan, işletmeye gelecek fakat giriş tarihi bilinmeyen nakit hareketleri nakit bütçesinde yer almaz.
Bir Fransız deyişine göre, “Yönetmek, harcama yapmaktır.” Harcama yapabilmek için de, harcanacak parasal kaynağa sahip olmak gerekir. Bu parasal kaynağın nerelerden, nasıl sağlanacağı ve hangi etkinliklere, hangi tutarlarda harcanacağının belirlenmesi gerekir. Bu amaçla hazırlanacak dokümanlar, iş programı ve genel bütçedir. Genellikle yıllık olarak hazırlanırlar. İhtiyaç duyulduğunda 3 ya da 5 yıllık da hazırlanabilir.
Genel veya ana bütçe, işletmenin gelir ve giderle ilgili tüm faaliyetlerini kapsar. Genel bütçeye,

  1. Pazarlama fonksiyonu ile ilgili bütçelerin (Satış Bütçesi, Satınalma Bütçesi, Satış Giderleri Bütçesi)

  2. Üretim fonksiyonu ile ilgili bütçelerin (Malzeme Bütçesi, İşgücü Bütçesi, Genel Üretim Giderleri Bütçesi)

  3. Diğer finansal bütçelerin (Yatırımlar Bütçesi, Genel Yönetim Giderleri Bütçesi vb.)

konsolidasyonu yoluyla ulaşılır.
Sözü edilen bütçeler, kapsadığı dönemlere ilişkin tahmini beklentileri içerirler. Tahminler belirli varsayımlara dayalı olarak yapılırlar. Bu varsayımlar, bütçelerin okunmasını kolaylaştırmak için, bütçe formunun altında “Açıklayıcı Notlar” olarak yer alırlar.
Bütçeler, STK’ların örgütsel yapısına bağlı olarak, üretim ya da hizmet birimlerince hazırlanır. Yönetim Kurulunda görüşülerek son şekli verilen bütçeler ilgili birim özelinde ve STK genelinde bağlayıcı olurlar. Genellikle, altı aylık uygulama sonuçlarının değerlendirilmesine bağlı olarak yılda bir kez revize edilirler. İlgili yıl içinde, iş programı ve bütçe gerçekleşmeleri, ay sonları itibariyle hazırlanacak karşılaştırmalı tablolar halinde, Yönetim Kurulu’nun bilgisine sunulur. Böylelikle Yönetim Kurulu, doğru ve sağlıklı yönetsel kararlar alabilmek için gerekli bilgiye zamanında ulaşmış olur.
Yukarıda değindiğimiz nakit bütçesi, yıllık ana bütçedeki tahmini verilerin, ay içindeki –ya da üç aylık dönemdeki- gerçekleşme durumlarına bağlı olarak hazırlanır.
STK’lar, amaca yönelik çalışmalarını, genellikle projeler biçiminde yürütmektedirler. Bu nedenle, proje bütçelerine, bütçe gelir-giderlerinin muhasebede izlenmesine ve proje raporlarının hazırlanmasına değinmekte yarar görüyoruz.


      1. Proje Bütçeleri ve Bütçe Gelir-Giderlerinin Muhasebede İzlenmesi

Proje bütçesinin ne olduğu, nasıl hazırlandığı, hangi ana kalemlerden oluştuğu, bütçe yönetiminin ilkeleri vb. konularda gerekli bilgiler, ilgili derslerde ayrıntılı olarak verilecektir. Biz, burada kısa bir tanım verdikten ve bütçenin ana işlevi ile ilgili birkaç noktaya değindikten sonra, özellikle bütçe- muhasebe ilişkisine değineceğiz.


Proje bütçesi, bütçenin ne tür kaynaklara ihtiyaç duyduğu ve bu kaynakların kullanımının nasıl planlanacağı hususunda, ilgili bütün taraflar – proje yürütücüleri, bağışçılar, idari personel, değerlendiriciler vb.- arasında duyarlı ve etkili bir iletişim aracıdır. Proje bütçesi, aynı zamanda proje etkinliklerinin iş planına uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin izlenmesine de hizmet eder.
Bütçelemede hazır ve tek bir reçete yoktur. Ancak başlangıçta bütçenin hazırlanmasına ne kadar çok kafa yorulur ve zaman harcanırsa, kritik faktörler ne kadar çok göz önünde bulundurulursa, uygulamanın ileri aşamalarında gözden geçirme ve değişik formatta yeniden bütçe hazırlama ihtiyacı o kadar azalır. Bütçenin hazırlanmasına harcanacak zaman, projenin ve ona özgülenecek kaynağın büyüklüğü ve karmaşıklığıyla doğru orantılı olmalıdır.
Bütçe, esas itibariyle operasyonel harcamalarla idari harcamalardan oluşur. Operasyonel harcamalar, proje amaçlarının başarılmasıyla doğrudan ilgilidir. Diğer bir deyişle, operasyonel etkinlikler olmaksızın, proje amaçlarına ulaşılamaz.
İdari harcamalar ise doğrudan proje amaçlarının gerçekleştirilmesiyle ilgili değildir. Ancak bu amaçlara zamanında ve eksiksiz ulaşılması için destek niteliğindeki etkinliklerle ilgilidir. Örnek vermek gerekirse, proje sözleşmelerinin hazırlanması ve imzalanması, proje personelinin işe alınması ve özlük işlerinin izlenmesi, proje donanımının sağlanması, projenin iç eşgüdümünün yerine getirilmesi, muhasebe ve finansal denetim bu tür etkinliklerdendir.
Alt kalemleri projeden projeye değişmek üzere, bütün proje bütçeleri bellibaşlı ana kalemlerden oluşur. Bunlar Personel Giderleri, İş Gezisi Giderleri, Ekipman-Donanım Giderleri, Proje Ofisi Giderleri, Tanıtım-İletişim Giderleri, Diğer İdari Giderler, Öngörülemeyen (Beklenmeyen) Giderler v.b.’dir.
İyi bir bütçe yönetimi sağlayabilmek için, ilgili kuruluş muhasebesinde, proje bütçesinin bütün gider kalemleri, bir masraf merkezi oluşturacak biçimde yer almalıdır. Proje çalışmaları başladıktan sonra yapılan harcamaların gerekli belgelere dayalı olarak doğru hesaplara kaydedilmesi büyük önem taşır. Bu nedenle ana ve alt hesap isimlerinin yanına ayrıca hesap kodları işlenir. Gerek yapılan harcamaların, projenin iş planına uygunluğunu yakından izleyebilmek, gerek harcama belgelerinin doğru hesaplara kaydedilip edilmediğini kontrol edebilmek için, bütçe yönetiminin iki taraflı yürütülmesi gerekir. Yani, bir yandan muhasebe sorumlusu, diğer yandan proje yöneticisi/yöneticileri, kendilerine düşen sorumluluğu titizlikle yerine getirmelidirler.
Bütçe kalemleriyle ilgili harcama yetkisi proje yöneticilerinde olduğundan, harcamaya ilişkin belgelerin ön denetimi de proje yöneticilerinin sorumluluğundadır. Bu denetimin yerine getirildiğini belgelemek üzere, harcamalardan sorumlu proje yetkilisi, harcama belgelerinin alınan mal ve hizmetin içeriğine ve niteliğine uygunluğunu kontrol ederek, söz konusu belgeleri imzalar/paraflar. Belgelerin üzerine, ait olduğu bütçe kaleminin adı ve hesap kodu yazılır. Bu işlemlerden sonra, anılan belgeler, ilgili hesaplara işlenmek üzere Muhasebe Bölümü’ne iletilir. Proje Birimi ile Muhasebe Birimi arasındaki iletişim ve işbirliği, iyi bir proje ve bütçe yönetimi açısından çok önemlidir.
Bütçe harcamalarının zamanında -gecikilmeksizin- doğru hesaplara, doğru tutarlarda kaydedilip kaydedilmediğini kontrol etmek üzere aylık veya en geç üç aylık dönemlerde mutabakat çalışması yapılır. Yapılan yanlışlıkların kısa dönemde saptanıp düzeltilmesini sağlayabilmek için, mutabakat çalışmalarının aylık dönemlerde yapılması uygun olur.
Mutabakat çalışmasından amaç, mutabakat dönemi içerisinde, ilgili bütçe kalemlerine yapılan kayıtların ayrıntılı dökümünün ve kümülatif bakiyenin alınması, dökümdeki kayıtlarla harcama belgelerinin tek tek karşılaştırılması, tarih, tutar ve hesap kodu uygunluğunun saptanmasıdır. Bu çalışmanın hızla ve kısa zamanda sonuçlandırılabilmesi için, zorunlu olmamakla birlikte, proje biriminde dublür (paralel) kayıt düzeni oluşturulabilir. Bunun için, orijinalleri Muhasebe Bölümü’ne verilen harcama belgelerinin birer fotokopisinin de Proje Bölümü’nde dosyalanması gerekir.
İyi bütçe yönetimi, iyi proje uygulamasıyla eş anlamlıdır. Çünkü bütçe, projenin amaçlarıyla doğrudan ilgili ana etkinliklerin parasal yüzüdür. Çok kullanılan bir benzetme ile, proje bütçesiyle projenin iş planı, bir madalyonun iki yüzü gibidir.


        1. Proje Bütçesi-Muhasebe İlişkisi

Proje bütçesiyle ilgili harcamaların, STK muhasebesinde ayrı bir Masraf Merkezi (Cost Center) olarak düşünülüp ayrıntılı biçimde izlenmesi, özellikle proje raporlarının kısa sürede ve istenilen nitelikte hazırlanmasında yaşamsal önem taşımaktadır.


Proje raporları, bağışçılara (destekçilere, sponsorlara) kapsadıkları dönemde projenin gidişatıyla ilgili bilgi ve hesap vermek amacıyla düzenlenirler. Söz konusu raporlar,


  • Projenin hedefleri doğrultusunda ulaşılan teknik gerçekleşmeler ve karşılaşılan sorunlar,

  • Çalışma planına göre, son mali durum

  • Gelecek dönem için, projenin teknik ve mali planlarında yapılması öngörülen değişiklikler

hakkında bilgi içerirler.
İyi bir ara rapor formatı, aşağıdaki gibi olabilir:


  • Başlık sayfası

  • Yaklaşık bir sayfalık uygulama özeti

  • İçindekiler çizelgesi

  • Giriş (kısa)

  • Raporlama dönemindeki hedefler

  • Hedefler karşısındaki ilerleme (Raporun ana bölümü)

  • Sonuç (kısa)

  • Gelecek raporlama döneminin hedefleri ve iş planı

  • Gözden geçirilen dönemde üretilmiş ulaşılabilir raporlar listesi

  • Mali rapor (Varsa bütçe kalemlerindeki aktarmaların gerekçeleriyle)

  • Gelecek Raporlama Döneminin Bütçesi ve Nakit Akışı (gerekli açıklamalarla)

Proje raporları, ara (interim) ve nihai (final) raporlar olmak üzere iki ayrı biçimde hazırlanırlar.


Ara raporlar, toplam proje süresinin belirli bölümünü (3 ay, 6 ay gibi) kapsarlar. Daha çok özet rapor niteliğindedirler. Ara raporların hangi sürelerde, hangi tarihlerde düzenleneceği genellikle proje sözleşmelerinde yer alır. Ara raporların, bağışçılar tarafından kabulü ve onaylanması, proje finansmanının yeni taksitlerinin ödenmesine esas oluşturur.
Nihai (son) raporlar ise, proje süresinin bitiminde gerek teknik, gerek mali açıdan proje hedeflerinin ne ölçüde başarıldığına ilişkin bilgi içerirler. Bu raporlara, proje sözleşmelerinde öngörülmüşse, bağımsız denetçilerin değerlendirme raporları – teknik veya mali ya da her ikisi- da eklenir.
Proje raporlarında, bağışçı/sponsorlar yönünden gün ışığına çıkarılması gereken ana nokta, verdikleri paranın , proje koşullarına ve amaçlarına uygun olarak en iyi şekilde kullanıldığı ve değerlendirildiğidir. Raporu inceleyen bağışçı, bu sonuca gönül huzuruyla varabilmelidir. Bunun için göz önünde bulundurulması gereken bir kaç nokta aşağıda özetlenmiştir:


  1. Her şeyden önce raporlar tam zamanında hazırlanmalı ve gönderilmelidir.




  1. Rapor kaleme alınırken, okuyup değerlendirecek kişi hep aklımızda olmalıdır. Şu soruyu hep kendimize sormalıyız: “Raporu okuyacak kişinin bütün bunlar hakkında bildiği nedir?”




  1. Muhatabımızın dilini konuşmalıyız.




  1. Rapor kesin, kısa ve özlü olmalıdır. (Bu rapor yazmanın altın kuralıdır.)




  1. Verilen bilgiler azaltılarak iyi bir sentez oluşturulmalıdır. (Gereksiz ayrıntılardan kaçınılmalı, yalnızca önemli olan bilgilere yer verilmelidir.)




  1. Rapor hedeflere odaklanmalıdır. Herhangi bir etkinliğin tartışılması, ulaşılacak sonuçlar bağlamında raporda yer almalıdır.




  1. İş planları hedeflere göre formüle edilmelidir.




  1. Yalnızca raporlama dönemi içerisinde yapılanlardan söz edilmelidir.




  1. Yaşanan sorunlar, gecikmeler ve başarısızlıklar açıklıkla ortaya konulmalıdır.




  1. Rapor yüksek bir mesleki standardı yansıtmalıdır.

Proje bütçesiyle ilgili harcamaların muhasebede sistemli ve ayrıntılı biçimde izlenmesi, özellikle mali raporların hazırlanması açısından önem taşımaktadır.


Proje yönetimindeki mali performansın ölçülmesinde, bütçe temel araçtır. Bütçe kalemlerindeki limitlerin aşılması ya da harcamaların limitlerin altında kalması, projenin başlangıçta öngörülen çalışma planında sapmalar olduğunu gösterir. Teknik raporlarda bu sapmaların nedenlerinin açıklanması ve irdelenmesi gerekir.
Mali raporların düzenlenmesindeki amaç, sağlanan mali kaynakların, projenin iş planındaki hedeflere ulaşılmasında nasıl kullanıldığını kolayca anlaşılabilir ve güvenilir biçimde ortaya koymaktır.
Bu amacın sağlanabilmesi için;


  1. Muhasebe kayıtlarının düzenli biçimde tutulması,

  2. Muhasebede ulaşılan verilerin, mali konularda uzman olmayan kişilerce kolayca anlaşılıp yorumlanabileceği bir bilgiye –information- dönüştürülmesi gerekir. Bu bağlamda;

  • Proje bütçesini oluşturan gelir ve gider kalemleri, masraf merkezlerinde ayrı hesaplarda izlenmelidir. Hatta bazı projelerde banka hesaplarının bile ayrı tutulması gerekebilir.

  • Proje harcamalarına ilişkin ödeme belgeleri – fatura, perakende fişi, gider pusulası, serbest meslek makbuzu vb. - ayrı dosyalanıp saklanmalıdır.

  • Düzenli olarak mutabakatı yapılan banka bildirimleri ve harcamaları proje harcamaları dosyasında yer almalıdır.

  • Proje gelirleri üzerinden kazanılan faizler ilgili hesapta gösterilmelidir.

  • Projeye ait donanım ve demirbaşın bir envanteri çıkarılmalıdır.

Yukarıda değinilen kayıtlar ve bilgiler, mali raporların hazırlanmasında temel malzemedir.


Mali rapor hazırlanırken aşağıdaki hususlar göz önünde bulundurulmalıdır:

  • Raporun hazırlanmasında esas alınan bütçe, bağışçının, sponsorun kabul ettiği ve onayladığı son bütçe olmalıdır. Raporlama dönemi içinde toplam bütçe tutarında veya bütçe kalemlerinde yapılan ve belirli oranı aşan değişiklikler için, bağışçının/sponsorun önceden yazılı izni alınmış olmalıdır.

  • Raporda, raporlama dönemi içinde alınan mal ve hizmetler karşılığında yapılan harcamalara yer verilmelidir.

  • Bazı bağışçılar/sponsorlar, yabancı paranın yerli paraya dönüştürülmesinde belli bir yöntemin kullanılmasını şart koşabilirler. Böyle bir koşulun yer almadığı durumlarda da, basit bir yöntem belirlenmeli; belirlenen yöntem proje süresince değiştirilmeksizin uygulanmalıdır.

  • Genellikle belirli bir oran şeklinde saptanan idari katkı payları (management fees), bütçe limiti üzerinden değil; rapor dönemindeki fiili harcamalar üzerinden hesaplanmalıdır.


2. Türk Vergi Sistemi Karşısında STK’ların Durumu
2.1.Genel Bilgi
2.1.1.Vergi Yükümlülüğü (Mükellefiyeti):
Vergi, hukuki açıdan bir borç-alacak ilişkisidir. Bir borç-alacak ilişkisinden söz edildiğinde, biri borçlu, diğeri alacaklı olmak üzere iki tarafın varlığı kaçınılmaz olmaktadır. Vergi borçlusu ile vergi alacaklısının karşılıklı hakları ve yükümlülükleri yasalarla düzenlenmektedir.
Vergi alacaklısı, egemenlik iradesini millet adına kullanan devlettir. Soyut bir kavram olan devlet bu hak ve yetkisini görevli kıldığı kamu kuruluşu aracılığıyla kullanır.
Vergi borçlusu ise, devlete karşı vergi ödemek zorunda olan gerçek ve tüzel kişilerdir.
Vergi yükümlülüğü, geniş anlamda kullanıldığında, vergi borcunu ödemek zorunluluğu ile bu borcun ödenmesindeki sorumluluğu ifade etmektedir. Daha açık bir anlatımla, devlet, yasalarla vergi borcu olmayanlara da bazı sorumluluklar yüklemiştir. Bu ayırım, “vergi mükellefi-yükümlüsü-” ve “vergi sorumlusu” sıfatlarıyla ifade edilmektedir. Vergi borç ve alacağından söz edebilmek için, ilgili yasaların vergiye bağladığı olayın ortaya çıkması gerekir. Vergi doğuran olayı “VUK” un 19.maddesi “Vergi alacağı, vergi kanunlarının vergiye bağladıkları olayın vukuu veya hukuki durumun tekemmülü ile doğar. Vergi alacağı, mükellef bakımından vergi borcunu teşkil eder.” şeklinde tanımlamaktadır.
2.1.2. Vergi Mükellefi
Mükellef, vergi kanunlarına göre, kendilerine vergi borcu düşen gerçek veya tüzel kişilerdir.

Vergi mükellefi olabilmek için kanuni ehliyet gerekmediği gibi, vergiyi doğuran olayın kanunla yasaklanmış olması da mükellefiyeti ortadan kaldırmaz.


2.1.3.Vergi Sorumlusu
Vergi sorumlusu, verginin ödenmesi bakımından alacaklı vergi idaresine muhatap olan kişi veya kurumdur.

Vergi Sorumlusu olabilmek için de , vergi mükellefiyetinde olduğu gibi kanuni ehliyet aranmaz. Aynı şekilde, vergiyi doğuran olayın kanunla yasaklanmış olması vergi sorumluluğunu ortadan kaldırmaz.


Vergi sorumlusu gerçek yükümlü değildir. Ancak gerçek yükümlülerle olan iş ilişkileri nedeniyle, ilgili yasanın gösterdiği durumlarda, verginin hesaplanarak kesilmesi, ilgili vergi idaresine ödenmesi veya (bir bildirimde bulunulması, bir kaydın tutulması gibi) bazı işlerin yapılması zorunluluğu altında bulunan üçüncü kişilerdir.
2.1.4. Vergi Muafiyeti (Bağışıklığı)
Vergi bağışıklığı, vergi ödeme yükümlülüğü olan gerçek ve tüzel kişilerin, çeşitli gerekçelerle bu yükümlülükten muaf tutulmalarıdır. Vergi muafiyeti, vergi yükümlülüğünün ortadan kalkması sonucunu doğurur.
Yürürlükteki vergi yasalarımızda, ekonomik, kültürel, sosyal vb. amaçlarla konulmuş vergi bağışıklıkları bulunmaktadır.

2.1.5. Vergi İstisnası
Vergi istisnası, vergi matrahının veya hesaplanan verginin kısmen veya tamamen istisna tutulmak suretiyle, vergi borcunun kısmen veya tamamen ortadan kaldırılmasıdır. Vergi istisnasının söz konusu olduğu durumlarda, vergi yükümlülüğü devam etmektedir. Ancak devlet, vergi alacağının bir bölümünden veya tümünden vazgeçmektedir. Vergi istisnası, mükellefiyetle değil, verginin konusuyla ilgilidir. Vergi istisnasında da ekonomik, toplumsal, kültürel vb. amaçlar etkili olmaktadır.
2.2.Vergi Yasaları Karşısında STK’ların Durumu
2.2.1.Gelir Vergisi Kanunu
193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu’nun 1. maddesi, bu verginin, gerçek kişilerin elde ettikleri kazanç ve iratlardan alınacağını hükme bağlamıştır. Aynı yasanın 2. maddesi ise gelir türlerini saymıştır. Bu gelir çeşitleri aşağıdadır:
1) Ticari kazançlar

2) Tarımsal kazançlar

3) Ücretler

4) Serbest meslek kazançları

5) Gayrimenkul sermaye iratları

6) Menkul sermaye iratları

7) Sair kazanç ve iratlar
STK’lar –vakıflar, dernekler- tüzel kişiliğe sahip bulunduklarından, yani gerçek kişi olmadıklarından, Gelir Vergisi mükellefi değildirler. Genel ilke bu olmakla birlikte, adı geçen yasanın bazı hükümleri STK’ları da ilgilendirmektedir.


  • Gelir Vergisi Kanunu’nun 94/5 (b) maddesi, STK’ların sahip oldukları gayrimenkullerden elde ettikleri kira gelirleri üzerinden gelir vergisi alınacağını amirdir. Söz konusu maddeye göre, vergi tevkifat yoluyla alınacaktır. 94. maddenin ilk fıkrasında, tevkifat –kesinti- yapmak durumunda olanlar belirtilmiştir. Halen yürürlükte olan tevkifat oranı

% 25’dir.
Bakanlar Kurulu’nca vergi bağışıklığı tanınan vakıflar, elde ettikleri kira gelirleri üzerinden vergi ödemeyeceklerdir.


  • Gelir Vergisi Kanunu’nun 94. maddesi gereğince, “……dernekler, vakıflar, dernek ve vakıfların iktisadi işletmeleri…..” anılan kanun maddesinde bendler halinde sayılan ödemeleri, hak sahiplerine avans veya kesin hakediş şeklinde nakden veya hesaben yaptıkları sırada, aynı maddede belirtilen oranlar üzerinden vergi kesintisi (stopajı) yaparak, kaynağında kestikleri bu vergileri, vergi sorumlusu sıfatıyla –muhtasar beyanname düzenlemek suretiyle- ilgili vergi dairesine yatırmak zorundadırlar.

  • Gelir Vergisi Kanunu’nun 89. maddesi, “Sigorta Primi, Teberru ve İane İndirimleri”ni düzenlemektedir.Bu madde hükmüne göre, Gelir Vergisi mükellefleri kamuya yararlı derneklere ve vergi bağışıklığı tanınan vakıflara, bir takvim yılı içinde yaptıkları bağış ve yardımların toplamı, o yıla ait beyan edilecek gelirin %5’ini, kalkınmada öncelikli yörelerde %10’unu aşmamak kaydıyla gelirlerinden indirebileceklerdir.

  • Yapılacak bağışlar nakdi olabileceği gibi, ayni de olabilir. Bu durumda, söz konusu madde uyarınca bağışlanan mal ve hakkın kayıtlı değeri, böyle bir değer mevcut değilse, VUK hükümleri kapsamında Takdir Komisyonu tarafından saptanacak değer esas alınacaktır.

  • Sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarına yapılan bağış ve yardımların tamamı, makbuz ile belgelendirilmek koşuluyla gelir ve kazançlardan indirilebilmektedir (3294 sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanunu).


2.2.2.Kurumlar Vergisi Kanunu
5422 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 1. maddesi, kazançları Kurumlar

Vergisi’ne tabi olan kuruluşları aşağıdaki şekilde sıralamıştır:


a) Sermaye Şirketleri

b) Kooperatifler

c) İktisadi Kamu Müesseseleri

d) Dernek ve Vakıflara ait İktisadi İşletmeler

e) İş Ortaklıkları
Aynı maddenin son bendinde ise, “Kurum kazancı, gelir vergisi mevzuuna giren gelir unsurlarından terekküp eder.” denilmek suretiyle, Kurumlar Vergisi’ne tabi olan kazanç türleri, tıpkı Gelir Vergisi’ne tabi kazanç türleri olarak tesbit edilmiştir.
Görüldüğü gibi, vakıf ve dernekler tüzel kişiliğe sahip oldukları halde, Kurumlar Vergisi mükellefleri arasında sayılmamışlardır. Bunun başlıca nedeni, STK’ların kar amacı gütmeyen, bunun doğal sonucu olarak, doğrudan ticari faaliyette bulunmayan, toplumsal yarara yönelik kuruluşlar olmalarıdır.
Ancak aynı yaklaşım, STK’ların gelir getirici ticari faaliyette bulunabilmek için kurdukları iktisadi işletmeler açısından söz konusu değildir. Buna göre;
- İktisadi işletme kurmamış vakıf ve dernekler Kurumlar Vergisi mükellefi değildir.

- İktisadi işletmesi bulunan vakıflar ve dernekler ise, bu ilişkiden dolayı Kurumlar Vergisi sorumlusu durumundadırlar. İktisadi işletmesi bulunan vakıf ve derneklerde, Kurumlar Vergisi mükellefi iktisadi işletmelerdir. Ancak iktisadi işletmelerin ayrı tüzel kişilikleri bulunmadığı için, vergi yükümlülüğüne ilişkin işlemler, vergi sorumlusu sıfatıyla, STK tüzel kişiliği tarafından yerine getirilecektir.


2.2.3.Kurumlar Vergisinde STK’lara İlişkin Bağışıklıklar
Kurumlar Vergisi Kanunu’nun “Muaflıklar” başlıklı 7. maddesinin 15. bendi 3824 sayılı Kanunla değiştirilmiştir. Bendin değişik şekli aşağıdaki gibidir:
“Kurulduktan sonra Bakanlar Kurulu’nca vergi muafiyeti tanınan vakıflar (Bu muaflık, vakıfların iktisadi işletmelerini kapsamaz) ile bilimsel araştırma ve geliştirme faaliyetlerinde bulunan kurum ve kuruluşlar;

Bunların vergi muafiyetinden yararlanma ve muafiyetlerin kaybedilmesine ilişkin şartlar, usul ve esaslar Maliye Bakanlığı’nca belirlenir.”


Bendin eski şeklinde, parantez içindeki ifade yer almıyordu. Bu nedenle, söz konusu muaflık yorum yoluyla, vakıfların iktisadi işletmelerine de uygulanıyordu. Böyle bir yoruma ulaşılmasının nedeni, vakıfların, bizatihi kendilerinin zaten Kurumlar Vergisi mükellefi olmamasıydı. Mükellefiyeti bulunmayan bir tüzel kişiliğe muafiyet tanınmasının da anlamı yoktu. Sonradan yapılan değişiklikle, iktisadi işletmeler de muafiyet kapsamı dışına alınmıştır.
T.C. Maliye Bakanlığı, madde hükmü gereğince, konuyla ilgili düzenlemeleri yapmıştır. (T.C. Maliye Bakanlığı’nın 48 seri No’lu Kurumlar Vergisi Genel Tebliği – R.G.28.07.1994/22004-Bu genel tebliğ, 83 no.’lu Kurumlar Vergisi Genel Tebliği ile yürürlükten kaldırılmıştır.- R.G. 02.09.2003/25217)
Anılan 7. maddenin 7. bendinde başka bir muafiyet düzenlenmiştir. 7. bendde “3., 4., 5. ve 6. bendlerde yazılı müesseselerden dernek ve vakıflara ait olup, mezkur bendlerde belirtilen maksat ve gayelerle işletildikleri ilgili Bakanlıkların mütalaası alınmak suretiyle Maliye Bakanlığınca kabul edilenler” denilmektedir.
Anılan bendlerde yazılı maksat ve gayeler:


  • İlim, fen ve güzel sanatlar ile tarım ve hayvancılığı öğretmek, yaymak, ıslah ve teşvik etmek,

  • Genel insan ve hayvan sağlığını korumak ve tedavi etmek

  • Sosyal maksatlarla işletilen kurumlar ile

  • Hükümetin veya yetkili idare mercilerinin müsaadesiyle açılan mahalli, milli veya milletlerarası mahiyetteki sergiler, fuarlar, panayırlardır.

Bu madde bendinin uygulanması, ilgili bakanlıkların görüşünün alınması koşuluyla Maliye Bakanlığı’nın yetkisi ve takdirindedir. Madde hükmünden yararlanabilmek için, Bakanlar Kurulu’ndan vergi muafiyeti alınmasına ihtiyaç bulunmamaktadır.


  • Vakıf ve derneklere, kurumlar vergisi mükelleflerince yapılan bağışlara ilişkin muafiyet

Kurumlar Vergisi Kanunu’nun “İndirilecek Giderler” başlıklı 14. maddesinin 6. bendine göre;

  • Vergi muafiyeti tanınmamış vakıflar ile derneklere, bir takvim yılı içinde yapılacak azami 20.000 TL’lık bağış ve yardım

  • Bakanlar Kurulu’nca vergi bağışıklığı tanınan vakıflara, o yıla ait kurum kazancının % 5’ine –kalkınmada öncelikli yörelerde %10’una- kadar tutarda yapılan bağış ve yardımlar, vergi matrahından düşülebilecektir.


2.2.4.Katma Değer Vergisi (KDV)
KDV, üretim-tüketim süreci içinde, ilk üretimden başlayarak, tüketim evresine kadar, yaratılan ve eklenen her değerin vergilendirilmesidir. KDV’nin en son yüklenicisi, sürecin en son aşaması olan tüketimi gerçekleştiren kişi veya kurumdur. KDV’yi yüklenip ödeyen malı ya da hizmeti tüketen kişi/kurum olmakla birlikte, vergi idaresine muhatap olan kişi/kurum malı veya hizmeti satan veya imal edendir.

KDV Yasasının 1. maddesinde, KDV’ye tabi işlemler belirtilmiştir. Bunlar;




  1. Ticari, sınai, zirai faaliyet ve serbest meslek faaliyeti çerçevesinde yapılan teslim ve hizmetler

  2. Her türlü mal ve hizmet ithalatı

  3. Diğer faaliyetlerden doğan teslim ve hizmetlerdir.

Diğer faaliyetlerden doğan teslim ve hizmetler, anılan maddenin 3. fıkrasında 8 bend olarak sayılmıştır. Bunlar içerisinde, (f), ve (g) bendindeki faaliyetler vakıflar ve dernekler açısından önem taşımaktadır.

(f) bendi “Gelir Vergisi Kanunu”nun 70. maddesinde belirtilen mal ve hakların kiralanması işlemleri” şeklindedir. (GVK’nın 70. maddesinde, kazanç türlerinden Gayrımenkul Sermaye İradları düzenlenmiştir.)

(g) bendinde ise “Genel ve Katma bütçeli ...... dernek ve vakıflara ............. ait veya tabi diğer müesseselerin ticari, sınai, zırai ve mesleki nitelikteki teslim ve hizmetleri” KDV’ye konu işlemler içinde belirtilmiştir.


Yukarıdaki kısa açıklamalardan da anlaşıldığı gibi, KDV’nin mükellefi, vergiye konu işlemleri yapanlardır.
STK’lar –vakıflar ve dernekler- KDV Kanunu’nun 1. maddesinde belirtilen işlemleri yapmaları halinde, KDV mükellefi olacaklardır.
Ancak, vakıflar ve dernekler, hukuki yapıları gereği, ticari, sınai ve zirai faaliyetleri, iktisadi işletmeleri aracılığıyla yapabileceklerinden, doğrudan mükellefiyetleri söz konusu olmayacak; bu durumda mükellefiyet iktisadi işletmelere ait olacaktır.
Öte yandan, KDV Kanunu’nun 1. maddesinin 2. ve 3. fıkrasında yeralan yurtdışından mal ve hizmet ithali ile diğer faaliyetlerden doğan teslim ve hizmetler, doğrudan STK’lar tarafından yapılabileceği gibi, iktisadi işletmeleri aracılığıyla da yapılabilir. Bu durumda, maddede sayılan işlemleri kim yapıyorsa, KDV mükellefi de o olacaktır.
2.2.5. KDV’de STK’lara ilişkin İstisnalar
1. Kültür ve Eğitim Amacı Taşıyan İstisnalar
KDV Kanunu’nun 17. maddesi, kamu menfaatine yararlı dernekler ile Bakanlar Kurulu’nca vergi mükellefiyeti tanınan vakıfların ilim, fen ve güzel sanatlar ile tarımı yaymak, ıslah ve teşvik etmek amacıyla yaptıkları teslim ve hizmetleriyle tiyatro, konser salonu, kütüphane, sergi, okuma ve konferans salonları ile spor tesisleri işletmek veya yönetmek suretiyle ifa ettikleri kültür ve eğitim faaliyetlerine ilişkin teslim ve hizmetleri katma değer vergisinden istisna etmiştir.
2. Sosyal Amaç Taşıyan İstisnalar:
Yine KDV Kanunu’nun 17. maddesinin 2. fıkrasında, kamu menfaatine yararlı dernekler ile Bakanlar Kurulu’nca vergi bağışıklığı tanınan vakıfların hastane, nekahathane, klinik, dispanser, prevantoryum, sanatoryum, kan bankası ve organ nakline mahsus bankalar, anıtlar, botanik ve zooloji bahçeleri, parklar ile veteriner, bakteriyoloji, seroloji ve distofajin laboratuarları gibi kuruluşlar, öğrenci veya yetiştirme yurtları, yaşlı ve sakat bakım ve huzurevleri, parasız fukara aşevleri, düşkünevleri ve yetimhaneleri işletmek veya yönetmek suretiyle ifa ettikleri kuruluş amaçlarına uygun teslim ve hizmetleri ile kanunların gösterdiği gerek üzerine bedelsiz olarak yapılan mal teslimi ve hizmet ifaları ile bu kuruluşlara bedelsiz olarak yapılan her türlü mal teslimi ve hizmet ifalarının KDV’den istisna edileceği hükme bağlanmıştır.
3. Diğer istisnalar
KDV Kanunu’nun 17-4/(d) maddesine göre, iktisadi işletmelere dahil olmayan gayrımenkullerin kiralanması işlemleri katma değer vergisinden istisna edilmiştir.
2.2.6. Veraset ve İntikal Vergisi
Veraset ve İntikal Vergisi Kanunu’nun 1. maddesine göre, bir şahsa –hakiki veya hükmi- ait malların veraset yoluyla veya herhangi bir suretle olursa olsun ivazsız (karşılıksız) bir tarzda başka bir şahsa intikali, veraset ve intikal vergisine tabidir. “İvazsız intikal”den kasıt, karşılıksız kazanımlardır.

Vakıflar ve Dernekler, esas itibariyle Veraset ve İntikal Vergisi mükellefidirler.



Vakıf ve Derneklere İlişkin Muafiyetler
Veraset ve İntikal Vergisi Kanunu’nun “Muafiyetler”i düzenleyen 3. maddesinin (a) bendine göre kamu menfaatine yararlı dernekler; (b) bendine göre ise, kamu yararı için ilim, araştırma, kültür, sanat, sağlık, eğitim, din, hayır, imar, spor gibi amaçlarla kurulan vakıflar, veraset ve intikal vergisinden muaf olacaklardır.
Vakıflara İlişkin İstisnalar
Veraset ve İntikal Vergisi Kanunu’nun “İstisnalar’a ilişkin 4. maddesinin, (k) fıkrası aynen şöyledir:

“..k) Bakanlar Kurulu’nca vergi muafiyeti tanınan vakıflara kuruluş için veya kurulduktan sonra tahsis olunan mallar”

Bu durumda, vergi muafiyetine sahip vakıflara kuruluşlarında ve kurulduktan sonra yapılacak intikaller için, veraset ve intikal vergisi ödenmeyecektir.
2.2.7. Emlak Vergisi
Emlak Vergisi, Bina ve Arazi vergilerini kapsamaktadır.
2.2.7.1. Bina Vergisi
Söz konusu Kanunun 1. maddesine göre, inşaatın yapıldığı madde bir önem arzetmeksizin sabit olup, Türkiye sınırları içinde bulunan binalar, emlak vergisine tabidirler.

Bina vergisinin mükellefi, binanın malikidir. Varsa intifa hakkı sahipleri de mükellef durumundadır.


Ancak, her ikisinin de bulunmaması halinde, mükellef, malik gibi binaya tasarruf edenlerdir.

Binada müşterek mülkiyet söz konusu ise, her malik payı oranında müteselsilen yükümlüdür.

Malik, tapu kayıtlarında adına bina tescili bulunan şahıstır. Bina üzerinde intifa hakkı kurulduğunda, malik sadece kuru mülkiyet sahibi olmakta, bu nedenle de emlak vergisi yükümlülüğü intifa hakkı sahibine geçmektedir.
STK’lara ait binalara ilişkin muafiyetler
* Daimi Muaflıklar

Emlak Vergisi Kanunu’nun “Daimi Muaflıklar” başlıklı 4. maddesiyle, maddede yazılı binaların kiraya verilmemek şartıyla bina vergisinden daimi olarak muaf olacakları belirtilmiştir.


Aynı maddenin (f) bendine göre;

*Kazanç gayesi olmamak şartıyla işletilen hastane, dispanser, sağlık, rehabilitasyon, teşhis ve tedavi merkezleri, sanatoryum, prevantoryum, öğrenci yurtları, düşkünlerevi, yetimhaneler, revirler, kreşler, kütüphaneler ve korunmaya muhtaç çocukların koruma birliklerine ait yurtlar ve işyerleri ile benzerleri” olarak sayılan binaların daimi şekilde bina vergisinden muaf tutulacağı hükmü getirilmiştir.


Bu hüküm çerçevesinde vakıf ve derneklerin sahip oldukları, kazanç gayesiyle işletilmeyip belirtilen amaçlarla kullanılan binaları, daimi olarak bina vergisinden muaf bulunmaktadır.

4. maddenin (m) bendi hükmüne göre, Bakanlar Kurulu’nca vergi muafiyeti tanınan vakıflara ait her türlü binalar, vakıf senedinde yer alan amaçlara özgülenmek koşuluyla bina vergisinden daimi olarak muaf tutulmuştur.


Ancak söz konusu binaların kiraya verilmesi halinde, maddenin ilk paragrafındaki koşul uyarınca, muafiyet uygulanması mümkün olamayacaktır.
*Geçici Muafiyetler
Emlak Vergisi Kanunu’nun 5. maddesinde, geçici muaflığa konu teşkil eden binalar ile bu muaflıktan yararlanma koşulları, 6 bent halinde sayılmış olup, vakıf ve derneklerin, madde içeriğinde belirtilen özellikleri taşıyan binaları için, bu hükümden yararlanmaları mümkün olabilecektir.
2.2.7.2. Arazi Vergisi
Emlak Vergisi Kanunu’nun 12. maddesine göre, Türkiye sınırları içinde bulunan arazi ve arsalar arazi vergisine tabidir.
Arazi vergisinin mükellefi, maliki, varsa intifa hakkı sahibi, ikisi de yoksa, araziye malik gibi tasarruf edenlerdir. Müşterek mülkiyet durumunda, bütün hak sahipleri, vergiden müteselsilen sorumludur.
Emlak vergisine tabi arsa ve arazi sahibi olan STK’lar, genel olarak arazi vergisinin mükellefidirler.
STK’lara İlişkin Muafiyetler
Adıgeçen kanunun 14. ve 15. maddelerinde daimi ve geçici olarak arazi vergisinden muaf tutulan arazi ve arsalar sayılmıştır. “Daimi muaflıklar”ı düzenleyen 14. maddenin (c) fıkrasına göre, kamu menfaatlerine yararlı derneklere ait araziler Arazi Vergisi’nden muaftır. Bunun dışında, Arazi Vergisi açısından STK’lara özgü özel bir düzenleme bulunmamaktadır.
14. ve 15. maddelerde belirtilen genel nitelikteki muafiyet olanaklarından, öngörülen koşullar çerçevesinde, STK’ların da yararlanması mümkündür.
2.2.8. Motorlu Taşıtlar Vergisi:
Motorlu Taşıtlar Vergisi Kanunu’nun 1. maddesinde verginin konusu açıklanmıştır:

“Madde 1: Bu kanunun 5. ve 6. maddelerinde yazılı tarifelerde yer alan;



  1. Karayolları Trafik Kanunu’na göre trafik şube veya bürolarına kayıt ve tescil edilmiş bulunan motorlu kara taşıtları,

  2. Ulaştırma Bakanlığı Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü’ne kayıt ve tescil edilmiş olan uçak ve helikopterler,

  3. Liman veya belediye siciline kayıt ve tescil edilmiş olan motorlu deniz taşıtları,

Motorlu Taşıtlar Vergisi’ne tabidir.
Anılan yasanın 4. maddesinde istisnalar sayılmıştır. Ancak bu istisnalar arasında STK’lara ilişkin bir hüküm bulunmamaktadır.
Bu durumda, adıgeçen yasanın 1. maddesinde belirtilen motorlu taşıtlara sahip olan STK’lar; motorlu taşıtlar vergisini ödeme mükellefiyeti altındadırlar.
Motorlu Taşıtlar Vergisi Kanunu’nda olduğu gibi Taşıt Alım Vergisi Kanunu’nda da STK’lara ilişkin herhangi bir muafiyet ve istisna hükmüne yer verilmemiştir.
2.2.9. Damga Vergisi Kanunu
Yasanın, verginin konusunu düzenleyen 1. maddesinde “Bu Kanuna ekli (1) sayılı tabloda yazılı kağıtlar Damga Vergisi’ne tabidir” hükmü yer almaktadır.

Yasanın “Mükellef” başlıklı 3. maddesine göre, Damga Vergisi’nin mükellefi kağıtları imza edenlerdir. Resmi dairelerle kişiler arasındaki işlemlere ait kağıtların Damga Vergisini kişiler öder.


STK’lar, ilke olarak damga vergisinin mükellefi durumundadırlar.
Damga Vergisi Kanunu’nun 9. maddesiyle yasaya ekli (2) sayılı tabloda yazılı kağıtlar damga vergisinden müstesna tutulmuştur.

(2) sayılı tablo 5 ana bölüm halinde düzenlenmiştir. “V. Kurumlarla ilgili Kağıtlar” başlıklı beşinci bölümün 17. bendinde “Genel menfaatlere yararlı derneklerin her türlü işlemlerinde düzenlenen ve Damga Vergisi bu teşekküller tarafından ödenmesi gereken kağıtlar”, 19. bendinde ise, “Bakanlar Kurulu’nca vergi muafiyeti tanınan vakıfların kuruluş işlemlerinde düzenlenen her türlü kağıtlarla Türk Silahlı Kuvvetleri’ni (Jandarma Genel Komutanlığı dahil) güçlendirmek amacıyla kurulmuş vakıfların her türlü işlemlerinde düzenlenen kağıtlar” hükmü yer almaktadır.


(2) sayılı tabloda STK’lara ilişkin başka bir istisna hükmü bulunmamaktadır.

1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   12


Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©atelim.com 2016
rəhbərliyinə müraciət