Ana səhifə

1. avrupa biRLİĞİ 1 avrupa topluluklari


Yüklə 369 Kb.
səhifə3/9
tarix25.06.2016
ölçüsü369 Kb.
1   2   3   4   5   6   7   8   9

Bütçe harcamalarının sektörel dağılımı içinde tarımın payı, 2000 yılında, neredeyse yarıya yakındır (yüzde44,5). Aslında bu oran 1988’de yüzde 59’dur. Göreli bir gerilime olduğu halde tarım tartışılmaz en büyük payı almaktadır. Bu durum bizim gibi yeterince gelişmemiş bir tarım ülkesi için oldukça cezbedici bir faktördür. İkinci sırayı ise , yüzde 35,2 pay ile yapısal fonlar almaktadır. Yapısal fonların 1988’deki bütçe içindeki payı yüzde 18’dir. Bu fonların amacı; yoksul bölgelerin, toplumsal handikaplıların desteklenmesi ve işsizliğin önlenmesi için gerileyen endüstriyel bölgelerin düzenlenmesi olarak söylenebilir. Ayrıca işçilere yardım yapmak, endüstriyel gelişmeyi düzenlemek ve kırsal bölgeleri desteklemek de amaçlar arasındadır.

Avrupa Birliği bütçesinden pay alan bir diğer fon, Araştırma Fonudur. Bu fonun payı 2000’de bütçenin yüzde 3,9’udur. Diğer fonlarla karşılaştırdığımızda nispeten daha küçüktür; ancak, bu oran geçmişe göre artmıştır. Bilindiği gibi içinde yaşadığımız çağda araştırma ve geliştirme ayakta kalabilmek için hayati bir konu haline gelmiştir. Araştırma Fonu özellikle enformasyon, kominikasyon gibi ileri teknolojiler, biyoteknoloji, enerji, çevre ve sağlık gibi konuları kendisine odak noktası olarak seçmiştir. Topluluk bütçesinin diğer kalemlerini ise yönetim, dış faaliyetler, Avrupa gelişme fonu ve diğer iç politikaya ilişkin harcamalar almaktadır.

AB bütçesinin en büyük finansman kaynağı ise, KDV’dir. Toplulukta yapılan harcamalardan, yüzde 1.20 oranında doğrudan kesilen KDV topluluk bütçesine gitmektedir. Bunların dışında tarımsal yükümlülükler, gümrük vergileri ve diğer çeşitli kaynaklar Birlik bütçesinin gelirlerini oluşturmaktadır.

Avrupa Birliği bütçe gelirlerini ülkelere göre sınıflandırdığımızda, en büyük katkı payını yüzde 24.1’lik payla Almanya finanse etmektedir. Bu durum Almanya’ya mali anlamda bir patronluk benzetmesine yol açmaktadır.



Ülkeler


% Olarak

Almanya

24,1

Yunanistan

1,5

İspanya

7,0

Fransa

15,9

İrlanda

1,1

İtalya

12,1

Lüksenburg

0,2

Hollanda

5,9

Avusturya

2,4

Portekiz

1,3

Finlandiya

1,4

İsveç

2,8

İngiltere

14,4

Belçika

3,6

Danimarka

1,9

Diğer

4,3
Almanya’dan sonra bütçeye ikinci sırada katkıyı yüzde 15.9’luk payla Fransa yapmaktadır. Üçüncü sırada katkıda bulunan ise yüzde 12.1’lik pay ile İtalya’dır. İngiltere’nin payı yüzde 14.4’tür.

Ancak AB’de bütçeden faydalanma konusunda oldukça büyük tartışmalar vardır. AB’den en çok geliri Yunanistan elde etmektedir. Onu İspanya, Portekiz, İrlanda izlemektedir. Diğer ülkeler ise bunların aksine alan değil bütçeye katkıda bulunanlar arasındadır.

Üye ülkeler arasında dengesizliklerin kaldırılmasında ve belli AB politikaların uygulanmasında bütçe şüphesiz en önemli araçlardan birisini oluşturmaktadır.

Üye ülkeler arasında dengesizliklerin kaldırılmasında ve belli AB politikaların uygulanmasında bütçe şüphesiz en önemli araçlardan birisini oluşturmaktadır.



1.7 TEK AVRUPA PAZARI

1.7.1 Tek Pazar Hedefi

Topluluk, kuruluşundan günümüze kadar Roma Antlaşması’nda kayıtlı 4 temel özgürlük olan malların, işgücünün, hizmetlerin ve sermayenin serbest dolaşımı konularında çok büyük mesafeler katetmesine rağmen henüz tam bir birliği sağlayabilmiş değildir. Nitekim, üye ülkeler arasında ekonomik entegrasyonun bütün gereklerini yerine getirmek ve iç pazarın tamamlanmasını sağlamak için bir program öngören komisyon belgesi Beyaz Kitapta bu hususlar dile getirilmiştir ve İç Pazarın kuruluş yılı 1992 olarak belirlenmiştir. 1 Ocak 1987 yılında yürürlüğe giren Avrupa tek senedi ile 1992 yılı sonu hedefi kesinleşmiştir ve Topluluk 1993 yılı başı itibariyle İç Pazarı büyük ölçüde kurmuştur.

Bu çerçevede; fiziki, teknik ve mali engellerin kademe kademe kaldırılması suretiyle daha ileri büyüme fırsatları, yeni istihdam olanakları, ölçek ekonomileri, yüksek prodüktivite ve karlılık, sağlıklı rekabet, iş ve meslek mobilitesi, istikrarlı fiyat ve tüketici tercihine ulaşılması şüphesiz iç pazar gerçeğinin nihai amacıdır.
1.7.2 Tek Pazar’dan Beklenen Yararlar

Sürekli değişen yeni koşullar ve daha az himayeci bir ortamda sürdürülen ticaret sonucu oluşan yeni rekabet koşullarında, genel fiyat düzeyinin aşağılara çekilmesi, talebi uyaracak; bu da firmaları daha fazla üretime yönelterek hem Avrupa’da, hem de uluslararası piyasalarda daha rasyonel bir kaynak dağılımı sağlayarak rekabeti körükleyecektir. Zaman içerisinde makroekonomik engellerin kaldırılması suretiyle Avrupa iç pazarının yaratılması, son 20 yılda kronik olarak durgunluk gösteren ekonomiyi harekete geçirerek, sürekli ve sağlıklı büyümeye olanak sağlayacaktır. Ekonominin yeniden canlanması ve açık kamu ihaleleri sayesinde kamu kesimi açıkları daha da düşecek, büyümenin sevimsiz dostu enflasyon ise, birbirine açılan piyasalar sonucu düşen fiyatlara bağlı olarak azalacaktır.

Tek pazarla ilgili birçok araştırma yapılmış ve bunun sonuncunda Tek Pazar’dan bir çok olumlu gelişme beklenmiştir. Bu olumlu gelişmeleri şöyle sıralayabiliriz:

- Arz yönünden etkileri açısından, gümrük işlemlerinde, kamu alımlarında ve mali hizmetlerdeki engellerin kalkmasıyla elde edilecek maliyet tasarrufu sonucu, kazanç büyüyebilecektir.

- Üretimde büyük pazar için, ölçek ekonomilerine yönelinerek, irrasyonelliklerin ve monopol karlarının azaltılması gerçekleştirilebilecektir.

- Yoğun rekabet ortamı oluşacaktır.

- Araştırma ve geliştirme faaliyetlerine daha fazla fon ayrılabilecektir.

- Talep yönünden etkileri açısından, daha düşük fiyatlar tüketici talebini harekete geçirecek, daha çeşitli mal üretimi ve kamu müdahaleleri için bütçeden daha az harcama yapılacaktır.

Tek Pazar’ın gerçekleştirilmesinin önündeki engelleri ise üç ana başlık altında sınıflandırmak mümkündür:

a) Fiziki Engeller: Fiziki engeller arasında, topluluk içi sınır kapılarındaki beklemeler, gümrük kapılarında yapılan pasaport kontrolü, bagaj kontrolü gibi işlemleri söyleyebiliriz.

Bu engellerin yüksek maliyeti, üye ülkelerin sanayilerini olumsuz yönde etkilediği kadar, kendi aralarındaki ticareti de aynı şekilde olumsuz yönde etkilemektedir. Örneğin kamyonların iç sınır noktalarda beklerken kaybettikleri sürenin maliyetinin yılda 1 milyar ECU olduğu tahmin edilmektedir.

Fiziki engellerin ekonomik gerekçelerle kaldırılması gereğinin yanı sıra, bu engellerin, üye ülkeler arasında nihai aşamada gerçekleştirilmesi düşünülen "siyasi birlik" fikri ile bağdaşmaması, kaldırılmaları için diğer bir zorunlu neden teşkil etmektedir.

b) Teknik Engeller: Topluluk ülkelerinde uygulanan farklı standartlar dolayısıyla bir üye ülkede üretilen malım diğer ülkede satışını engelleyen engellerdir. Teknik engeller malların, sermayenin, ve hizmetlerin serbest dolaşımını sınırlar. Ulusal düzeyde himaye edilen kamu ihaleleri piyasasında farklı ürün standartlarının, teknik şartnamelerin ve çatışan birtakım ticari yasaların (mevzuatın) mevcudiyetini teknik engellere örnek gösterebiliriz.

Avrupa teknik engellerin kaldırılması için çeşitli çalışmalar yapmıştır. AB, üreticiler ve ticaret yapanlar için bir çok alanda tek Avrupa standardı oluşturulması amacıyla 15 üye ülkenin teknik mevzuatlarının uyumlaştırılması yoluna gitmiştir. Böylece üretici, kullanıcı ve tüketiciler, Birliğin her yerinde, aynı teknik ve ticari imkan ve şartlardan yararlanabilmektedirler. Özellikle teknoloji alanında CEN (European Committee for Normalization), CENELEC (European Commitee for Electrotechnical Normalization) ve ETSI (European Telecommunications Standardization Institute) gibi kurumlar Tek Pazar ile oluşan alanda, standartların uyum ve uygulamasını Avrupa Standardizasyon Sistemi’nden güç alarak kontrol etmektedirler.

c) Mali Engeller: Tek Pazar’ın tamamlanmasını geciktiren ve serbest dolaşım ilkesini de zedeleyen mali engeller, genelde, üye ülkelerin dolaylı vergi (katma değer vergileri) tahsilatını denetlemek üzere aldıkları ve özellikle gümrük kapılarında yoğunlaştırdıkları tedbirlerden ileri gelen çeşitli güçlükler olarak tanımlanabilir. Tek Pazar’ın tamamlanması sürecinde, gümrük kapılarında kontrollerin kaldırılmasıyla, takipleri güç bir noktaya varacak olan bu tür mali denetimlerin gümrük kapıları dışında yapılabilmesi için çeşitli çözüm yolları aranmaktadır.

Üye ülkeler arasında 1968 yılı itibariyle gerçekleştirilmiş olan gümrük birliği, esasen, Tek Pazar’ın tamamlanması için yeterli olamamıştır. Zira, serbest dolaşım ilkesi, üye ülkelerin, bir çeşit gider vergisi olan "muamele vergileri"ni (turn-over tax) gümrük birliğine rağmen tahsil etmekte gösterdikleri hassasiyet ve bu amaçla çıkarttıkları farklı mevzuat nedeniyle sekteye uğramıştır. Roma Antlaşması’nın, dolaylı vergi uygulamalarına ilişkin 99 uncu maddesinde, üye ülkelerin, bu vergilerle ilgili mevzuatlarının yakınlaştırılmasının öngörüldüğü ve ortak kurallar çerçevesinde uygulanabilecek Katma Değer Vergisi sisteminin geliştirildiği bilinmektedir.

Ancak, tüketim vergileri ve Katma Değer Vergisinin ortak bir taban tespit edilerek, eşit oranlarda ve benzer nitelikli mallar bakımından eşit sayıda uygulanamaması; bu vergilerin, malların ve hizmetlerin fiyatlarına doğrudan yansıyan özelliği nedeniyle, üye ülkelerde, aynı mal ve hizmetler bakımından farklı fiyat düzeylerinin belirlenmesine yol açmaktadır.

1.7.3 Tek Avrupa Pazarı’nın Tamamlanmasındaki Son Durum

Tek Pazar programı çalışmaları kapsamında, Avrupa Tek Seneti’nin 8A maddesi gereğince Topluluk genelinde malların, sermayenin, kişilerin ve hizmetlerin üye ülkeler arasında herhangi bir engel olmaksızın serbest dolaşımının sağlanması için alınacak tedbir ve düzenlemeler teorik olarak tamamlanmış ve "Avrupa Tek Pazarı", 1 Ocak 1993 tarihi itibariyle işlerlik kazanmıştır. Avrupa Birliği, 1993 yılı başında Avrupa Tek Pazarı’nın tamamlanması çalışmalarını büyük ölçüde sonuçlandırmış ve bu tarihten itibaren daha entegre bir ekonomik yapıya ulaşarak daha ileri derecede bir entegrasyona gitmesi gerektiği bilinciyle tek pazar mevzuat uyumu konusuna özellikle önem vermiştir. Tek Pazar’ın başarılı bir şekilde gerçekleştirilmesi ancak Tek Pazar Direktiflerinin onaylanması ve en önemlisi mevcut Topluluk mevzuatının Üye Ülkeler iç hukukuna aktarılmasının ardından mümkün olacaktır.

Üye devletler’in bir kısmı özellikle, İsveç, Finlandiya, Danimarka ve Hollanda, Tek Pazar Direktiflerinin milli mevzuata aktarılmasında önemli ilerlemeler kaydetmişler, buna karşılık Lüksemburg, İrlanda ve Portekiz bu konuda diğer ülkelerin gerisinde kalmışlardır. Ekim 1998 itibariyle tüm üye devletlerce iç hukuka aktarılması tamamlanmayan 203 Direktif bulunmaktadır. Bu bakımdan Tek Pazar Direktiflerinin tamamının iç hukuka aktarılması sürenin 1999 yılı içinde tamamlanması beklenmektedir.

Diğer taraftan, kamu güvenliğinin teminat altına alınması ve göçün kontrolüne yönelik tedbirlerin alınmasındaki gecikme nedeniyle gümrüklerde kişilerin denetimine devam edilmektedir. Edinburgh Zirvesi’nde alınan kararlar kapsamında, Schengen Anlaşması’na taraf ülkelerin yukarıda açıklanan denetimleri kaldıracakları ve diğer ülkelerin de üye ülke vatandaşları üzerindeki söz konusu kontrolleri azaltma yoluna gidecekleri belirtilmiştir. Bu çerçevede, AB’ne üye 7 ülke (Almanya, Fransa, Belçika, Lüksemburg, İspanya ve Portekiz) arasında kişilerin serbest dolaşımının sağlanmasını amaçlayan Schengen Anlaşması 26 Mart 1995 tarihinde yürürlüğe girmiş, Yunanistan, İtalya ve Avusturya daha sonra söz konusu Anlaşmaya taraf olmuştur.

Diğer taraftan, Schengen Anlaşması’nın üçüncü ülke vatandaşları için getirdiği düzenlemeye bakıldığında ise, herhangi bir taraf ülkeden alınacak vize ile bu ülkelerde serbest dolaşım sağlanacak ve verilecek vize ile üçüncü ülke vatandaşları en az üç ay söz konusu ülkelerde kalabileceklerdir. Tek Pazarın potansiyelinin henüz tam olarak hayata geçirilememiş olması, Tek Pazarın işleyişinde karşılaşılan güçlüklerin aşılabilmesi, sağlık, güvenlik, fırsat eşitliği ve iş hukuku alanlarında gerekli düzenlemelerin yapılması, Birlik alanı içinde iş yapma, seyahat ve çalışma koşullarının her türlü dahili sınırdan arınmış olarak, üye ülkelerin sınırları içindeki kadar kolaylaştırılmasının sağlanabilmesi amacıyla Komisyon, Avrupa Konseyi’nin Haziran 1997'de Amsterdam'da gerçekleştirdiği Toplantısına sunulan bir Eylem Planı hazırlamıştır. Plan dört stratejik hedef çerçevesinde yapılması gerekli düzenlemeleri belirlemektedir.

1.8 Maastricht Antlaşması

1 Kasım 1993 tarihinde son onay işlemleri tamamlanarak yürürlüğe giren Maastricht Antlaşması, günümüz Avrupa yapılaşmasının yeni temellerini ve hedeflerini ortaya koymuştur. Öncelikle mevcut Toplulukların kurucu Antlaşmalarını tadil eden, onlara yeni boyutlar ekleyen Antlaşma, özellikle üç yeni boyut ortaya koyarak, Avrupa Birliği'ne giden yolların temellerini atacaktı.

 

Antlaşma'nın eski antlaşmalara getirdiği değişiklikler içinde, en önemlilerine örnek olarak, eski AET'nin içine yeni politikalar eklenerek, Avrupa Ekonomik Topluluğu dar kalıbından Avrupa Topluluğu (AT) geniş kalıbına taşınması, Sayıştay'ın bir beşinci Topluluk kurumu haline dönüştürülmesi, Bölgeler Komitesi'nin doğuşu sıralanabilir.



 

Ancak, bütün bunlardan daha önemlisi, hemen yukarıda değindiğimiz üç yeni ayağın oluşturulmasıdır. Bunlar sırasıyla:

- Ekonomik ve Parasal Birlik

- Ortak Dış Politika ve Güvenlik Politikası

- Adli Alanlar ve İçişlerinde İşbirliği

şeklindedir.



1.8.1 Ekonomik ve Parasal Birlik

Ekonomik ve Parasal Birlik, daha önce de belirtildiği gibi, 1969 La Haye Zirvesi'nin derinleşme boyutunun konusunu oluşturmuştur. Bu çerçevede 1970 yılında Werner raporunun hazırlanmasıyla başlanan gelişmeler, her ne kadar raporun iddia ettiği gibi 10 yıllık bir zaman diliminde tek paraya geçişi sağlamaktan uzağa düşmüşse de, özellikle ikinci denemenin ardından ECU'ye endeksli bir Avrupa Para Sistemi'nin (APS) doğmasına olanak tanımıştır.

 

70 ve 80'li yılların sorunları içinde bir tür uykuya yatırılan tek para hedefi, Tek Pazar çalışmalarına paralel olarak 80'li yılların sonunda yeniden gündeme gelmiş, dönemin Komisyon Başkanı Delors'un adını taşıyan bir rapor, üç aşamalı olarak, 10 yıllık bir perspektifte tek paraya geçişin ana hatlarını düzenlemiştir.



 

Delors raporu tartışılırken, Dünya siyasi coğrafyasında yaşanan hızlı değişimler, yine yukarıda belirttiğimiz gibi, AT'yi iki tane hükümetler arası konferans toplamaya itiyor, bunlardan biri de doğrudan doğruya "Ekonomik ve Parasal Birlik üzerine hükümetler arası konferans adını alıyordu.

 

İşte bu Konferans içinde, Delors raporunun aynen benimsendiği görüldü. Buna göre, öncelikle bir Avrupa Para Enstitüsü oluşturulacak, ardından, üye devletlerin Merkez Bankası guvernörlerinin katılacağı bir Avrupa Merkez Bankası Sistemi oluşturulacak, nihayet tek paranın dolaşıma girmesiyle birlikte, üye devletlerin (tek paraya katılanların) Merkez Bankaları kendilerini feshedecekler ve Avrupa Parası, tek bir Merkez Bankası'nın, Avrupa Merkez Bankası'nın idaresi altına girecekti.



 

Bu plan, aynen Maastricht Antlaşması'na yansıtıldı. Şu farkla ki; AB'nin aşağıda değinilecek olan diğer iki ayağı diğer Topluluklarla ilişkilendirilmezken, Ekonomik ve Parasal Birlik, Avrupa yapılaşmasının ekonomik ayağını oluşturan eski AET, yeni AT kurucu antlaşmasının parçası haline getirilecekti.

 

Maastricht Antlaşması çerçevesinde en erken 1997, en geç 1999 yılında tek paraya geçiş hedefi düzenlenecek, bu doğrultuda da, 1999 yılının 1 Ocak günü itibarıyla "EURO" adını alan para birimi, öncelikle kaydi bir para olarak, AB'yi oluşturan 15 ülkenin 11'inde yürürlüğe girecekti. Ortaya konulan plana uygun olarak, 2002 yılının 1 Ocak günü ilk EURO banknotları dolaşıma girerken, aynı yılın 1 Temmuz günü, EURO alanına giren ülkelerin ulusal paralarının tedavülden kalkmasıyla birlikte, Avrupa entegrasyonunun bu bütünleştirici ayağında tarihi bir dönemecin aşılması da gerçekleşmiş olacak.



 

Şüphesiz EURO'nun yürürlüğe girmesi, AB'nin yeni genişleme sürecine de önemli bir sorunu, hem yeni üye devletleri hazmedecek AB açısından, hem de katılmayı isteyenler açısından taşımıştır.

 

Bu çerçevede AB, Ekonomik ve Parasal Birliği ve EURO'yu Topluluk müktesebatının ayrılmaz bir parçası olarak değerlendirmiş, yeni katılacaklardan da bu koşullara uygun olarak kendilerini hazırlamaları gerektiğini öne sürmüştür.



 

Ancak, daha sonra 4 Kasım 1998 günü yayınlanan ilk "İlerleme raporları" kapsamında, yeni katılacakların hemen EURO'ya dahil olamayacaklarının ifade edildiği de görülmektedir. Bu konu ile ilgili daha detaylı değerlendirmelere 2. bölüm içinde yer verilmiştir.



1.8.2 Adli Alanlar ve İçişlerinde İşbirliği

Avrupa Toplulukları'ndan AB'ye geçişin ikinci somut ayağını, üye devletler arasında adli alanlar ve içişlerinde işbirliği oluşturmaktadır. Burada doğal olarak dikkati çeken ana unsur, dış politika ve güvenlik politikasında "ortak"lık üzerine yapılan tanımın, adli alanlar ve içişleri sözkonusu olduğunda "işbirliği" kavramı üzerine dayandırılmasıdır. Bir başka yaklaşımla, AB'nin geleceğinde dış politika ve güvenlik politikası sözkonusu olduğunda tek bir kararın alınması için gereken egemen yetki devrinin AB organları lehine yapılması gerekirken, adli alanlar ve içişleri sözkonusu olduğunda egemen yetkinin devrinden ziyade, üye devletlerin özerkliğinin gözetilmesi esastır.

 

Maastricht Antlaşması'nın "K" maddesi altında düzenlenen bu alanda ilk somut adımın ortak vize ve göç politikası çerçevesinde, kişilerin serbest dolaşımındaki iç sınırların kaldırılması ile ilgili olarak atılmak istendiği izlenmektedir. Bu çerçevede de, daha bütün AB üye devletlerini kapsam altına almayan Schengen vizesi en somut örneği oluşturmaktadır. Ancak, hemen belirtilmesi gereken olgu, Schengen sisteminin henüz AB genel şemsiyesi altında yer almadığı, sisteme taraf olan ülkeler arasında bir ikili anlaşmalar sistemi özelliğini koruduğudur.



 

1 Mayıs’ta yürürlüğe girecek olan Amsterdam Antlaşması ile birlikte, bu alanda da göreceli bir ilerlemenin kaydedilmesi beklenmektedir.


1.8.3 Ortak Dış Politika ve Güvenlik Politikası

AB'ye geçişin diğer iki somut ayağından birincisi, Ortak Dış Politika ve Güvenlik Politikasıdır (ODPGP). Federal bir sistemde, tek bir dış politika, tek bir güvenlik politikası olması gerektiği yaklaşımından hareketle geliştirilen ve Maastricht Antlaşması'nın "J" maddesi altında düzenlenen bu ayak, şu an için tam olarak yaşama geçirilebilmiş bir görüntü vermemektedir.

 

Ortak dış politika alanında, özellikle "çifte veto" olarak nitelendirilen "ortak bir tutum" belirlenebilmesi için gereken "oybirliği" koşulu, ulusal çıkar / AB çıkarı ilişkisinde yapılması gereken tanımın netlik kazanmasına olanak tanımadığı ölçüde önemli güçlükleri beraberinde taşımaktadır. Bu doğrultuda örneğin Bosna - Hersek krizi sırasında AB'nin izlediği ve üye devletten üye devlete farklılık gösteren yaklaşımlar, Türkiye - Yunanistan ilişkilerinde yaşanan sorunların AB tam üye devletleri arasında farklı algılanışları ve netliğe kavuşmaması, şu an için AB'nin bir ortak dış politikaya vardığını ileri sürmemize de olanak tanımamaktadır.



 

Esasen bu alandaki güçlüklerin de aşılabilmesi için 1995 yılında Torino'da başlatılan ve 1997 yılında Amsterdam Antlaşması'nın imzalanmasıyla sonuçlanan hükümetlerarası konferans, arzulanan sonuca ulaşamamıştır. Bu çerçevede özellikle karar alma sürecinde yapılması gereken iyileştirme, bugünün genişleme sürecini de doğrudan etkileyen sorunlardan birisi olarak varlığını sürdürmektedir. Konferansa ve Amsterdam Antlaşması'na daha aşağıda yeniden değinilecektir.

 

Bu ayak içinde yer alan ikinci konu ise, AB'nin bir ortak savunma üzerinde kendisini nasıl tanımlayacağı ile ilgilidir. Bu doğrultuda, 1949 yılında kurulan, ancak daha sonra hukuki varlığı sürmekle birlikte fiili varlığı kadük hale düşen Batı Avrupa Birliği (BAB), Maastricht Antlaşması'nın yürürlüğe girmesinin ardından yeniden canlandırılma sürecine girmiştir. BAB'a, AB üye devletlerinin yanı sıra, NATO'nun Avrupa ayağında yer alan AB dışındaki iki ülke, Türkiye ve Norveç, ortak üye sıfatıyla dahil edilmişlerdir.



 

Bu doğrultuda bir ortak Avrupa Ordusu'nun kurulması çalışmalarının Maastricht Antlaşması'nın yürürlüğe girmesinin hemen ardından başlatıldığı görülmektedir. Ancak bugün için Batı'nın ana savunma ayağının hala NATO içinde olduğu açıktır. Özellikle de 24 Mart 1999 itibarıyla Kosova olayları üzerine başlayan NATO harekatı, Batı savunma sisteminin işleyişinde, yeni bir savunma doktrinin tanımı temelinde NATO'nun ağırlığını ön plana çıkartmaktadır. Esasen BAB'ın yeniden canlandırılması sürecinde gündeme gelen NATO - BAB ilişkilerinin geleceği çerçevesindeki sorular, o günün koşulları içinde "iki rakip kuruluş" olarak değil, "tamamlayıcılık" ilişkisi içinde açıklanmıştır. Bugün için de benzeri bir yorumu sürdürmek yanıltıcı olmayacaktır.

 

AB'nin, Maastricht Antlaşması'nın iddia ettiği şekilde oluşturulması, büyük ölçüde ODPGP ayağının sağlıklı bir zeminde geliştirilmesine bağlıdır. Esasen, tam üyelik süreciyle bağlı olarak da, katılma adaylarından kendilerini bu politikaya uyumlu hale getirmeleri ve özellikle de kendi aralarındaki ihtilafları hallederek süreçteki yerlerini almaları talep edilmektedir. Bu çerçevede daha aşağıda da değinileceği gibi, ilk "İlerleme Raporları" kapsamında bir iki küçük pürüz dışında Merkez ve Doğu Avrupa Ülkeleri'nin bu süreçte önemli adımlar attıkları izlenmektedir.



 

Şüphesiz, Türkiye sözkonusu olduğunda, Türk - Yunan ihtilaf alanları ve Kıbrıs sorunu, tam üyelik süreci ile ilgili önemli bir güçlüğü taşımaktadır.



1   2   3   4   5   6   7   8   9


Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©atelim.com 2016
rəhbərliyinə müraciət